AntiSosyal Kişilik Bozukluğu

Anti sosyal kişilik bozukluğu olan bireyler (ASICB) hem gençlikte oluşan davranış bozukluğu geçmişi taşır, hem de yetişkinliklerinde aşırı derecede sorumsuz ve sosyal olarak tehli­keli davranışları sürdürürler. Bu bireyler, kriminal davranış ve klinik psikopatolojinin özel bir karışımına bağlı olarak çeşitli tedavi ortamlarında bulunurlar.

Hapishanelerde ya da ıslah kurumlarında kalanlar, psikiyatri hastanelerinde yatanlar ya da kliniklere ve özel hekimlere devam edenler vardır. Hapiste, hastanede ya da dışarıda olsun, bu hastalan tedavi etme moti­vasyonu genellikle bireyi "değişmeye" zorlayan dış bir kaynak­tan (ya da güçten) gelir.

Aile bireyleri, yakınlar, işverenler, öğretmenler ya da daha sıklıkla adli hukuk sistemi, kabul edi­lemez davranış ya da gergin kişilerarası ilişkiler sebebiyle ASICB sahibi kişiyi tedavi görmeye zorlar. Tedavi önerisi sık­lıkla, aksi halde okuldan atılmak ya da işinden olmak şeklinde bir ültimatomdur. Mahkemeler hükümlü suçlulara ya terapiye ya da hapishaneye git şeklinde bir seçim önerir. Seçim çoğun­lukla terapiden yanadır. Birçok durumda şartlı tahliye psikoterapiyle devama bağlıdır.

Anti sosyal hastalar gönüllü olarak sahte fiziksel problemlerle ayakta tedavi hizmetlerinden yararlanabilirler. Ya da bazı denetimli maddelere bir reçete almak için psikopatolojiye ge­lebilirler. Bu ikinci vakada en önemlisi tanımlanabilir psikolojik problemlerin ve uygun tedavinin, hile girişiminden ayrıştırılabilmesidir.

Anti sosyal kişilik bozukluğu, "diğerlerinin haklarını hiçe sayan ve ihlal eden" (Amerikan Psikiyatri Derneği, 2000, s. 685) bir davranış kalıbı olarak tanımlandığına göre, kafa karıştırıcı ve sosyal bir problem yaratır. Tanım gereği, bu bo­zukluk suç davranışlarıyla birleşerek tehdit oluşturduğu ve ki­şiye ve mala zarar verdiği için bu bireyler toplum genelinde problem yaratır.

ASICB gösteren bireyler psikoterapiyle iyileşebilir mi? Birçok yazar onları "terapiden yarar göremeyecekler" şeklinde etiketier ve görmezden gelir. Bu balasın etiyolojisi araştırıldığında 3 nokta ortaya çıkar. Birincisi, psikoterapiyle ilgilenme­nin süperego gerektirdiğine ilişkin psikanalitik düşünceden kaynaklanır. ASKB hastası birey, empati eksikliği ve toplum laıralları ve normlarını (süperego) kabul etmemesi dolayısıyla tedavi edilemez (Kernberg, 1975; Person, 1986). Tedavi edi­lemezliğe ilişkin ikinci mit, çoğu ASKB hastası bireyin tedavi motivasyonu olmamasından kaynaklanır. Değişim İçin çok az sebep varken ve değişimin yönü konusunda da belirli hiçbir düşünce yokken kendi istekleri dışında tedaviye getirilirler. Üçüncü faktör, ASKB'nin sınırları belli olmayan, genetik ola­rak belirlenmiş bir bütün olduğuna, belli sayıda üişkili davra­nış olmacuğına ilişkin yaygın kanaattir. Bugünkü yaklaşım, genellikle ASKB'Ii kişilerce gösterilen ilişkili inanç ve davranış­ların bir bileşimine odaklanmıştır.

Tarihsel Perspektifler.

Cleckley (1976) ve Robins'in (1966) çalışmaları antisosyal bireylerde sıkça ortaya çıkan belli kişilik Özelliklerinin haritasının çıkartılmasına yardımcı oldu. Hare de (1985b) bu temel özellikleri ayırmak için Cleckley tarafından geliştirilen bir kontrol listesini gözden geçirdi. Pek çok kişisel odaklı değerlendirme gibi psikopati kontrol listesi de yerinde tanımlama­lar içerir ancak öznel yargılara dayanır.

DSM-I (Amerikan Psikiyatri Derneği, 1952) sosyopatik kişilik rahatsızlığı tanısına, başı sürekli dertte olan sorumsuz bi­reyleri, ahlaki açıdan anormal çevrelerde yaşayanları, "homo­seksüellik, travestilik, pedofili, fetişizm ve cinsel sadizmi (te­cavüz, cinsel saldırı, sakatlama dahil)" kapsayan cinsel sapkın­lıkları dahil eder. (s.39)

DSM-II (Amerikan Psikiyatri Derneği, 1968), anti sosyal kişilik tanısını gözden geçirerek şu durumları daha eder: "Bireylere, gruplara ve sosyal değerlere sadakat gösteremezler. Onlar aşırı derecede bencil, duygusuz, sorumsuz, fevri olup deneyim ve cezadan suçluluk duyma ya da ders çıkarma yeti­sine sahip olmayanlardır. Engellenmeye karşı toleransları dü­şüktür. Başkalarını suçlama ya da kendi davranışlarına inandı­rıcı bahane ileri sürme eğilimindedirler

DSM-m (Amerikan Psikiyatri Derneği, 1980) 15 yaşından önce başlayan davranışlarda kroniklik bulunduğu uyarısını ekler. Bu "yalan söyleme, hırsızlık, kavga, okuldan kaçma, otori­teye direnme" ve " alışılmamış biçimde erken ve saldırgan cin­sel davranışlar, fazla alkol alma ve yasadışı uyuşturucu kulla­nımını" içerir, (s. 318). Daha sonra DSM-ni-R (Amerikan Psikiyatri Derneği, 1987) fiziksel acımasızlık, Vandalizm ve evden kaçmayı da buna dâhil eder.

Anti sosyal kişilik bozukluğu DSM-IV-TRM eki (Amerikan Psikiyatri Derneği, 2000) diğer kişilik bozukluklarından farklılık arz eder. Tanıya ait tüm diğer kategoriler çocuklar ve ye­tişkinler için kullanılabiliyorken anti sosyal kişilik bozukluğu çocukluk döneminde tanı koyulamayan tek bozukluk olarak göze çarpar, (s. 687) Ayrıca anti sosyal kişilik bozukluğu öncü bir tanıyı davranış bozukluğunu gerektirir.

Araştırma Ve Ampirik Veri

Anti sosyal kişilik bozukluğunun tedavi literatürü esas olarak, psikopat ya da sosyopat olarak tanımlanan özneleri (ge­nellikle psikiyatri hastalarından ziyade suçlular) içeren ampirik araştırmalara dayanır. Psikopati literatürü "birincil" ve "ikin­cil" psikopati arasındaki ayrıma odaklanır. (Cleckley, 1976) Bi­rincil psikopati yasadışı veya ahlaksız davranışla ilgili anksiyete ya da suçluluk eksikliği olarak ayırt edilir. Kişisel çıkarı için bilinçli olarak yalan söyleme, bir başkasına karşı gergin olma şüphe veya vicdan azabı hissetmeden fiziksel zarar verme gibi beceriler yüzünden birincil psikopati ahlaki vicdan yoksunlu­ğu olarak kabul edilir, ikincil psikopati ise, bireyin yıkıcı dav­ranışlar sergileyebilmesi ancak bununla birlikte bir başkasına zarar vermekten ötürü suçluluk duygusu bildirmesidir.

Birey yanlış davranışın muhtemel sonuçlarından korkar ama çoğun­lukla yetersiz dürtü kontrolü ve duygusal değişkenlik yüzün­den anti sosyal şekilde davranmayı sürdürür. Hapishane veya akıl hastanesinde bulunan ikincil psikopatik hastalara kıyasla, önemli ölçüde düşük bulunan anksiyete baz alındığında birin­cil olarak sınıflandırılan hastaların daha sık ve şiddetli saldır­gan davranış sergilediği görülmektedir (Fagan & Lira, 1980). Ayrıca, başkalarını kötü niyetli olarak algıladıkları durumlarda daha az bedensel uyarılma gösterdikleri bildirilmiştir (Blackburn & Lee-Evans, 1985).

Hare (1986) pek çok koşulda bir grup olarak psikopatlar