Çocuğun Televizyon İzlerliği

Çocukların televizyon izlerliği ile ilgili çalışmalar, epeyce eskiye dayan­maktadır. Çocukların televizyonla yakınlaşmaları, endüstrileşme ile birlikte baba­ların yanı sıra annelerin de çalışmasının gündeme gelmesiyle başlamıştır denilebi­lir. Öte yandan, özellikle Amerika'da gündemde olan çok çocuklu ev hanımları­nın televizyonu bir anlamda çocuk bakıcısı olarak görmeleri, küçük çocukların ağlamaması, eğlenmesi ve hoşça vakit geçirmesi için öğünlerini televizyon karşı­sında yemeleri, oynamaları ve uyumaları ile çocukların televizyonla iletişimleri­nin aile bireyleri tarafından onaylanarak teşvik edildiği de söylenebilir. Ancak asıl televizyon çocuk ilişkisinin kanalların çoğalması, giderek evdeki televizyon sayı­sının artması ve kumandanın gitgide çocukların eline geçmesi ile bağlantılı oldu­ğunu belirtmek gerekiyor. Bu nedenle, televizyon-çocuk ilişkisi gündeme geldi­ğinde, ailenin tutumu, izlenilen yer, izleme sıklığı ve yoğunluğu ile televizyonun ölçümlenen etkileri gibi bazı etkenlerin göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Sinemada olduğu gibi, televizyonda da çocuğun neyi izlediği ve bundan nasıl ve ne derece etkilendiği önemlidir. Yetişkinler tarafından çocuklara yöne­lik olarak görülen ve onlara sunulan programların niteliği bir yana, çocukların bu programların ne kadarını kendilerine yönelik gördüğü ve gerçekte hangi programları izledikleri ya da izleyebildikleri daha önem kazanmaktadır.

Çocuğun televizyondan aldıkları ya da alabilecekleri göz önünde bulun­durulduğunda, bunun olumlu etkileri söz konusu olduğundan, aileler, televizyon izleme konusundaki başlangıçtaki kısıtlamalardan vazgeçmiş, televizyon yayın­lan, kapalı yayınlar ve çeşitli eğitim izlenecekleri şeklinde okullara ve ders müf­redatına kadar girmiş, hatta uzaktan ve açık öğretimin bir aracı olarak sıkça kullanılır bir noktaya gelmiştir. Bunun yanı sıra çocuklar açısından televizyon izlemenin olası olumsuz etkileri göz önünde bulundurulduğunda pek çok uz­man, eğitimci ve aile bireyi televizyonun karşısında durmakta ve adeta birbirleri ile yarışırcasına televizyon izlemenin çocuk açısından zararlarından ve araştır­malarının sonuçlarından söz etmektedirler. Şurası çok açıktır ki, televizyon, yalnızca belli tür iletileri göndermeye yarayan bir araçtır. Önemli olan bu aracın kimler tarafından ne amaçla, ne sıklık ve yoğunlukla ve ne kadar süre ile kullanıldığıdır. Televizyonun araç konumundan çıkıp televizyon izleyiciliğinin amaç olarak konumlandırıldığı durumlarda elbette bu yanlış kullanımdan kaynaklanan sorunlar çıkacaktır karşımıza.

Gitgide çoğalan televizyon kanalları ile birlikte artan program sayısı ve çeşidi, bireyleri yetişkin ve çocuk demeden belli program ve kanalları seçmeye yönlendirmektedir. Tüm dünyanın içinde olduğu büyük ekonomik sıkıntı ve teknik altyapı yetersizliği, televizyon kanallarında yayınlanan programların büyü çoğunluğunun yabancı kaynaklı olmasına ortam hazırlamaktadır. Yabancı kültürleri tanıma ve yabancı dilleri öğrenme, farklı yaşam biçimleri ve yaşamdan beklentiler ile ilgili bilgiler edinme eğilimi de izleyicilerin bu yabancı kaynaklı programlara oldukça olumlu yaklaşmasını, hatta özellikle bunları izlemeyi arzulaya bir görüntü çizmesini kolaylaştırmaktadır. Sonuçta, bugün yerli/yabancı yapım dendiğinde bütün ülkelerin kanayan bir yarasına parmak basılmaktadır.

Artan TV kanalları ve yayın saatleri, yayıncıları pek çok dolgu malzemesi kullanmaya, nitelikli programların daha az ve en çok izlenen saatlerde yayınlan programlar halın gelmesine, yalnızca bu programlar için belli bir bütçenin denkleştirilmesine, diğer yayın saatlerinde ise daha düşük maliyetli ve yabancı programlara ağırlık veril meşine neden olmaktadır. Bu da izleyicilerin genellikle kendilerine uygun olma yan, kendi kültür ve yaşantıları ile bağdaşmayan düşük bütçeli yapımlarla baş başa kalmaları anlamına gelmektedir. Avrupa'nın ve Amerika nın özel olarak hazırlanan programlarının konusal bir dökümü yapıldığında çocuklar için hazırlanan vı eğitsel nitelik taşıyan yayınların oldukça az olduğunu görmekteyiz. Bu durumda kendilerine yönelik program bulamayan izleyiciler, özellikle de çocuklar, daha çok konulu film izlemeyi seçmektedir. Bu seçim, yalnızca ülkemizde değil, tün dünyada korkutucu boyutlara ulaşmaktadır. Batılı bir çocuğun günde izlediği film sayısı 5'in üzerindedir. Bunun da ötesinde bu filmler çocuklara ve her ülke izleyicine uygun da olmayabilmektedir.

Pecora2000'de 155 milyon dolara yaklaşan çocuk harçlıklarının harcama biçiminin geçmiştekinden çok farklı olduğunu dile getirirken, onların bir zamanlar tüketici olarak görülmediği zamanlardan, medyanın çocukları göz önünde bulundurarak biçimlendirilmediği bir zaman diliminden söz etmektedir aslında.

1948'de Amerika genelinde hemen hemen 100.000 televizyon alıcısının bulunduğu varsayıldığında, televizyonun çocuklara verebileceği fiziksel, düşün­sel ve duygusal zararın boyutlarının ne olabileceği henüz bilinmiyordu 1959'larda her 8 evden 7'sine bir televizyon girdiğinde, (toplam 50 milyon) çocuklar televizyonla karşılaşmış oldular. Böyle bir karşılaşmanın faturasını da öncelikle Amerikan toplumunun ödemekte olduğu da bilinmektedir. Her ne kadar bilinmez dünyaları evimize kadar getiren, bilginin ve yaratıcılığın kaynağı gibi görülmeye çalışılan bir araç da olsa, televizyon, bilgiden bağımsız yetişmesine neden olmaktadır. Son on yılda çocukların televizyonda izledikleri filmle­rin, dizilerin, reklamların bir dökümü yapıldığında, bilgiden bağımsız tanımı ile nedenmek istendiği açığa çıkacaktır. Bu yalnızca Amerikan toplumunda değil, böyle hızlı bir gelişimi göğüslemek zorunda kalan hemen her toplumda aynı soruna yol açmıştır.

Televizyondan önce, bilginin çocuğa akışı adeta adım adım anne-baba ve eğitmenlerce belirlenebiliyor ve dilendiğinde denetlenebiliyordu, ancak, günü­müzde, bilgisayar ile karşılaştırıldığında neredeyse masum kalan televizyon, bu bilgi akışından sorumlu noktaya taşınmıştı. Üstelik çocuklar bu bilgi akışına, evden, hatta odalarından bile çıkmadan sahip olabilmekteydiler. Çalışan anne­ler, bireyselleşen toplum yaşantısı ve yaygınlaşan teknoloji yüzünden, televiz­yon ile geçirdikleri zaman da gitgide artmaktaydı. Buna, önceleri altyapı yeter­sizliğinden farklı zaman dilimlerinde yinelenen programlar da eklendiğinde, Bandura'nm sözünü ettiği 'ekimleme'lerin gerçekleşebileceği alan oluşmuştu. Televizyon söz konusu olduğunda çocuğu etkileyenin ne olduğu konusunda pek çok araştırma yapılmış ve yapılmaktadır. İzlenen yayının niteliği, sıklığı mı, etkileyiciliği mi yoksa yayın içindeki karakterlerin temsil nitelikleri mi daha etkin olmaktadır. Yinelemelerin oranı ve etkinliği ile izleme sürecinin özellikle- n de ayrıca incelenmektedir. İzlemelerin tek başına ya da bir başkası ile gerçek­leştirilmesinden, izleyici yaş grubu, eğitim ve sosyo ekonomik düzeyine dek, cinsiyet etmenleri de göz ardı edilmeden akla gelebilecek her bir ayırt edici özel­lik ayrı ayrı ve diğer değişkelerle birlikte ölçümlenmeye çalışılmıştır.

1950'lerde 6. sınıftaki bir öğrenci, günün ortalama 3 saatini televizyon iz­lemeye ve 15 dakika radyo dinlemeye ayırmaktayken, on yıl sonrasında bu zaman dilimi 4 saate çıkmış ve buna günde 2 saat radyo dinleyiciliği eklenmiştir. ; Günümüzde ise çocukların en az 6 saat televizyon izleyiciliği ve 5 saate yakın radyo ya da müzik dinleyiciliği söz konusudur. Buna diğer medya ile geçirilen r zaman da eklendiğinde, çocuğun 8–10 saate varan zamanını medya etkinlikleri ile geçirdiği düşünülmektedir.

Araç sahipliği göz önünde bulundurulduğunda, Amerika'da günümüzde 2-7 arasındaki yaş sıradan bir çocuğun evinde 3 televizyon, 3 kasetçalar, 3 rad­yo, 2 videokaset çalar, 2 CD çalar, 1 Video Oyunları Oynatıcısı, 1 bilgisayar bunmaktadır. Yaş artıp 8-12 arasına ulaştığında ise, bu oranlar daha da aktadır. 2001 sayılarına göre, okul çağındaki çocukların % 67'sinin evlerinde internet erişimi olduğu, 15-17 yaş gençler söz konusu olduğunda in ise bu oranın %83'e çıktığı görülmektedir. Çocuklar söz konusu olduğunda medya aracı sahipliğinin ekonomik gelir, sosyal statü ya da siyah-beyaz (ve hispanik) kökenden çok fazla etkilenmediği görülmektedir. Yalnızca düşük gelir gruprında ve siyah-hispanik kökenli ailelerde evde kişi başına düşen televizyon da CD çalar oranı biraz daha düşmekte, ancak bu oranın düşmesi çocuğun medya erişimini pek fazla değiştirmemektedir. Çocukların araç sahipliği g önünde bulundurulduğunda, kendi yatak odasında kendine ait aracı bulunan 2 ve 8–18 yaş çocukların oranı aşağıdaki tabloda görülmektedir.

Araç

2–7 yaş %

8–18 yaş %

Televizyon

32

65

Video Kaset Çalar

16

36

Radyo

43

86

Kaset / CD Çalar

38

88

Video Oyun Oynatıcı

13

45

Bilgisayar

6

21

Medya aracı sahipliğinde kız çocuk ve erkek çocuk arasında Video Oyun Oynatıcı dışındaki sınıflarda pek fazla fark görülmemektedir. Televizyon sahi kızların erkeklere oranı % 69 ile % 61 oranında kızlar lehinedir. Aynı oran radyo (%88'e % 85) ve CD çalar sahipliğinde (%90'a %86) yine kızlar lehine olmasına karşın, oyun oynatıcılar (kısaca play station) söz konusu olduğunda %30'a %f gibi bir fark çıkmaktadır karşımıza. Elbette, yalnızca sahiplik konusu, medyan etkisi konusunda pek fazla yol gösterici olmamaktadır. Sahipliğin yanı sıra bu sahipliğin hangi oranda, ne şekilde değerlendirildiği, bunun da ötesinde, çocuğu medya aracı sahipliğine ailenin nasıl bir tutumla yaklaştığı da çok önemlidir.

Kaynak: Nilüfer Pembecioğlu İletişim Ve Çocuk