Çocuk, Masal, Oyun ve Oyuncak İletişimi

Çocuklar açısından sözlü anlatı biçimlen ile ilk karşılaşma masal ile ger­çekleşir. Önce ninnilerle büyüyen çocuk, boş zamanlarında masal anlatan yetiş­kinleri büyük bir zevkle dinler. Hele masalın her gece yatmadan önce anlatıldığı belli bir dönem çocuklar için bir sinema seyri gibidir.

Anlatılanları zihinlerinde canlandırmaya çalışarak geçirdikleri o saatler, çocuğu bir ömür boyu unutulma­yacak derecede etkiler. Çocuk açısından, yetişkinlerin kendisi ile ilgilenmesi, bir iletişim kurmasıdır ayrıca masal saatleri. Oyun ise, çocuğun, masallardan, dış dünyadan edindiği bilgi ve birikimi dile getirme deneyimidir. Kimi kez tek başına kurduğu bir dünyada, oyuncakları ile kimi kez de arkadaşları ile paylaş­tığı bu oyun ortamında gördüğü, duyduğu ve yaşamda karşılaştığı her şeyi oyun­laştırmaya başlar çocuk. Oyun, çocuk için yaşamanın ta kendisidir. Oyuncakları ile ya da yarattığı düşsel dünya kahramanları ile sürekli bir iletişim ve etkileşim ortamı yaratır kendine.

Masal

Toplumsal sözlü iletişim, çocuğu ilk günlerinden başlayarak yoğun bir bi­çimde sarıp sarmalamaya başlar. Çocuk konulu bu iletişimden çocuk aslında ha­bersizdir. Ancak belli bir süreç sonunda bazı sözlerin kendisine yönelik olduğunu fark etmeye başlar ve daha ileri gelişim aşamalarında da sosyal söyleşiye gelişe" becerileri doğrultusunda katılır. Çocuğun ilk zamanlarda alışık olduğu ses t annesi ve yakın çevresininkidir. Daha farklı sesler ve gürültüler çocuğu ürkütür.

Oyunların masallarla yakından ilintili olduğu söylenebilir. Masal düş gücünü geliştirir, oyun ise düşkücünün eyleme dönüşmüş halidir. üç yaşından başlayarak, çocukların masallarla birlikte yetişkinlerle daha çok dinlemeye dayalı bir diyalog içine girdikleri görülmektedir. Masal, konusu gereği hem çocuğun ilgisini çeken hem de onun anne-babası ile paylaştığı özel bir konuşma türüdür. Çocuklar yinelemeleri severler ve bu şekilde öğrenirler.

Çoğunlukla çocuklar masalların yeniden anlatılmasından hoşlanırlar, en ufak bir ayrıntıyı kaçırmadan dinler ve eksik bırakılan yerleri fark ederler. İlk dinleyişlerinde her ne kadar masalın büyüsüne kapılıp nefesini almadan dinlese de, daha sonraki dinleyişlerde masalda geçen her bir sözcüğü eylemi sorgularlar.

Masalların yinelenme özelliği çocukların hoşlarına giden unsurlardan önemli biridir. Yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkan masallarla ilgili görüşler çelişkilidir. Anlatıla anlatıla klasikleşmiş bazı masalların genellikle çocuk için bir yararı olmadığı görüşü yaygındır. Çocukların masalların esraren­giz etkileri altında kaldıklarını sanmak da yanlıştır. Sözcüklerin tek tek üzerinde durularak hazırlanmış kurmaca masalların çocuğu etkileyeceğini düşünmek de yersizdir. Çocuk, kötü örnek görecekse, zaten günlük yaşam içinde bunu kolay­ca bulabileceği ortamlar bulunmaktadır.

Masalların çocuk tarafından nasıl anlaşıldığı günümüzde de yaygın bir araştırma konusudur. Bir ara masalların çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini gösteren pek çok çalışma çocukların daha gerçekçi öykülere yönlendirilmesini amaçlamışsa da, bu gerçekçi öykülerin çocukları pek fazla etkileri altına alama­dıkları, çocukların ve öyküyü anlatanların da yine doğaüstü güçlerin bolca kulla­nıldığı geleneksel biçimde anlatıla gelen masalları yeğledikleri görülmektedir.

Masalda anlatılan yalnızca kurmaca bir dünya değildir, belli bir toplum yapısı, belli inanışlar da dile getirilmektedir. En güzel masalların içinde bugün çocukların en tutkun olduğu çizgi film kahramanlarının hiç biri yoktur. Uzaylılar, garip yara­tıklar ya da doğaüstü güçleri olan vahşi kahramanlara da pek rastlanmaz. Masalların yalnızca çocuklara yönelik olduğu düşüncesi de giderek yerini "büyüklere masallara bırakmaktadır, çünkü masalları ballandıra ballandıra onlarca kez anla­tabilmek için onların anlatıcılar tarafından da oldukça sevilmeleri gerekmektedir.

Masalların ne denli çocuklara, ne denli yetişkinlere yönelik olduğu konu­su da güncel araştırmaları bile özendirecek denli ilginçtir. Masalların pek ço­rdaki kahramanların, eylemlerin aslında ancak yetişkinlerin anlayabileceği kodlar içerdiği, hatta bunların büyük bir kısmının çocuklar açısından zararlı olduğu söylenmektedir. Örneğin Kırmızı Başlıklı Kız masalındaki kızın annesinin sözünden çıkıp uyup ormana girmesi, içekleri koparması, sepetinde şarap taşıması hep çocukların yanlış yorumlayabileceği düşüncesi ile masalın özgün halinden çıkarılıp yerine kültürlere göre farklı değerler koyulmuştur, örneğin şarap yerine sepete yaygın olarak süt. Limonata gibi başka içecekler koyduğu anlatıma katılmıştır.

Masallarda yetişkinler tarafından yapılan bu değişikliklerin yanı sıra, çocukların da dinledikleri masallarda kendilerince belli anlatım farklılıkları yarat- görülmektedir. Kimi zaman bu istemli bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Kimi zamanda en iyi masalların bile çocuk tarafından yanlış aktarıldığı görülmektedir. Çocukların çoğu masallardaki ürkütücü şeylerden korkması bunun temel nedeni gösterilebilir. Uzmanlar, klasik çocuk masallarının yatmadan önce çocuğa okunması veya anlatılmasını onları yatıştırıcı etkisi açısından önermektedir. Yinede bunları, ileri yaşlarda çocuğun kendisinin okuması sağlanması gerektiği görüşü yaygındır.

Çocukların dünyasında masalların gerçekle bağlantısının nasıl kurulduğu da ayrı bir araştırma konusudur. Genellikle ilk yaşlardaki çocuklar, masalları gerçekten ayıramazlar. Daha sonra ise anlatı sırasında soru sorma eğilimi orta- çıkar. Masalın anlatımı sırasında çocuklar masalı keserek olayla ilgili ya da masaldaki herhangi bir şeyin ona çağrıştırdığı bir şeyi sorma gereği duyar. Birada çocuklar kavaram geliştirmekte olduğundan masalın içindeki her bir sözcük en az masal kadar önemlidir çocuk açısından.

Oyun

Çocuğun arkadaşı ile ya da bir başka canlı ile iletişim kurma durumu genelde oyun oynama olarak adlandırılır. İnsanoğlunu öteki canlılardan ayın başlıca özelliklerden birinin ondaki üstün oyun kurma, oyun oynama yeteneği olduğu söylenebilir. Oyun yeteneğinin düş gücüyle birlikte geliştiği bilinmektedir.

Ancak "oyun" dediğimiz olayın tümüyle nasıl bir şey olduğunu söyleme pek de kolay değildir. Oyunda, gerçek beceri ve yetenekler yanında, ahlak değerleri, düşsel öğeler, sanal gerçekler, aldatmaca ve yanıltmacalar da söz konu su olabilmektedir. Bu nedenle, çocuğun hangi yaş döneminde ne tür oyunlar oynadığı büyük bir önem taşımaktadır. Belli dönemlerde çocukların belli oyun­lara öncelik ve ağırlık tanıdıkları bilinse de toplumsal yaşamla birlikte değişen eğlence anlayışı nedeniyle çocukların oynadıkları oyunlar arasında da oldukça büyük farklılıklar ortaya çıkabilmektedir.Çocukların, oyun oynamaya başladıkları ilk anlardan başlayarak kendi içle­rinde bir tiyatro kurdukları düşünülebilir. Çocukların kendilerini merkezde gör­dükleri, her zaman başoyuncu oldukları bir oyundur yaşam. Piaget'e göre bir "uyum" olan oyun, çoğu kez, çocuklar arasında bir rol dağılımı ile tiyatro aşama­sına gelmeden, içsel diyaloglarla sürdürülür. Birkaç çocuğun bir arada oynadığı durumlarda ise, her birine düşen rol farklılaşıp bu rollerle özdeşleşmeyi gerçekleş­tirdikleri takdirde, çocuklar, oyunlarını kendileri yazan, doğaçlama oynayan tiyat­ro oyuncularına benzetilebilirler. Burada uyum daha bir ön plana çıkar. Bu du­rumda çocuklar hem kendi oyun güçlerine, hem senaryoya hem de karşılarındakilerin oyununa etkide bulunma olanağına sahiptir. Bu tür oyunlar zaman zaman yalnızca oyuncaklarla zenginleştirilmiş diyaloglar biçiminde olabileceği gibi zaman zaman da kas sistemini geliştiren aktif oyun biçimine de dönüşerek çocu­ğun enerjisini harcamasını sağlar. Oyun çocuğun etkin bir anlatım aracı, dilidir-

En eski oyun kuramına göre oyunun dinlenme gereksiniminden kaynaklandığı ve yorgunluğu gideren bir etkinliği olduğu savunulmuştur. Sonraları, ilk gerçek oyun kuramını ortaya atan, Herbert Spencer olmuştur. Spencer, oyun fazla enerjinin harcanması olarak nitelendirmiş, böylelikle gerginliğin azacağını savunmuştur. Spencer'e göre, sağlıklı çocuklar, zayıflara oranla daha Çok oyun oynamaktadırlar

Haeckel'a göre, çocuk kısa bir süre içinde ırkının geçirdiği evrimden ge­çerek gelişir. Bu "biogenetik yasa" ya göre, çocuğun oyunları da eski kuşaklar­dan kalan etkinliklerin bir parçasıdır. Daha sonra bu görüş üzerinde duran Stanley Hail, çocuğun evrimiyle toplumun evrimi arasında bir ilişki kurmuştur. Hali'ın "recapilıılation (tekrar) kuramı" na göre, bir birey yaşamı boyunca daha önce kendi türünün geçirmiş olduğu gelişme seyrinin aynını geçirecektir. Oyun, bunun açık seçik bir belirtisidir.

Kari Groos, 20. Yüzyılın başında ortaya attığı kuramında, oyunun gerçek yaşama alışma egzersizi olduğunu belirtir. Oyun, bireyi günlük yaşamında kar­şılaşacağı zorluklardan korumak üzere hazırlar. Groos, çocuktaki kavga gibi ilkel saldırganlık eğilimlerinin oyun yoluyla boşalabildiğini kabul eder. Ona göre oyun, bedenin gelişimini sağlayan, uyarıcı bir etkendir. Bazı alışkanlıklar oyun yoluyla yinelenirken öğrenilir. Karl'a göre oyunun bir de arındırma işlevi vardır. Oyun bireyde var olan anti-sosyal eğilimlerden onu arındırır. Zararlı olan bu eğilimler, oyun yoluyla kanalize edilir, yönlendirilir.

Oyun, gerçek dünya ile düş dünyası arasındaki bir köprüdür. Oyunda kendisi etkin olan çocuk, tiyatroda "oynayan diğerlerini izler. Çocukta oyun oynama etkinliği bir gelişim geçirir. Tek başına oynanan oyunlar, bir başka oyunu izleme ile gelişir, paralel oyunlara dönüşür ve birlikte oynanan oyunlarla daha sonra işbirliğine dayalı oyunlara geçiş sağlanır. Bu gelişim üç farklı evrede ortaya çıkar. Önceleri alıştırmalı oyunlar kurulurken, daha sonra taklit oyunları devreye girer ve sonuçta toplumsallaşmış kurallı oyun evreleri ortaya çıkar. "

Bozkurt Güvenç, oyun konusunda, şunları söylüyor: "Yaşam boyu, yaptığımız, düşlediğimiz, söylediğimiz her şeyde oyunsu (gerçek iistü, gerçek dışı) yanlar olduğu görülüyor. "Oyun " denilince akla genellikle ve çoğunlukla eğlence-dinlence türünden, hoşa giden, hoşça karşılanan şaka ve güldürüleri, ""gürce yapılmış seçmeleri, günlük yaşamdaki geçerli kuralları aşabilen ya da Eştiren, çocuklara, ünlülere ve sanatçılara sanki daha bir yakışan tutum ve davranışları, durum ve ilişkileri düşünüyoruz. Oysa hemen her dilde ve kültürde olimpiyat oyunları, savaş oyunları, siyaset oyunları, borsa oyunları, gönül oyunları gibi ciddi ve gerçek oyunlar da var. Eğlendirici-dinlendirici türden hafif oyunlarla yatıştırıcı, uğraştırıcı-yomcu hatta öldürücü olabilen oyunlar arasındagerçek mi düş mü, şaka mı ciddi mi olduğuna karar veremediğimiz başka tür oyunlar da var, tiyatro, şans, kumar gibi."" Bu sözlere, sinema sözcü­mü de bir çeşit oyun olarak eklemekte yarar var. Sinemayı, yetişkinlerin ve Çocukların hem oyuncu olarak hem de oynayanları izleyerek oynadığı, bir oyun olarak düşünmek gerek. Tıpkı olimpiyatlara katılan sporcuların hem sırıkla atlayıp hem de diğer atlayanları izledikleri gibi.Bozkut Güvenç, ekliyor: "Yeni yetişen çocuklara "oyunu bırak çalışmaya bak" denir, oysa bunu diyen büyük"lerin oyunu ne zaman bıraktığı, daha doğrusu bırakıp bırakmadığı hiç belli değildir. Burada "400 Darbe" adlı Fransa filmini anımsıyorum. Hatırlayacaksınız, anne ve baba anlaşamıyorlar fakatherbirisi tek tek çocuğa oyunu bırakmasını, okulu ciddiye almasını ve derslerine çalışmasını söylüyorlardı. Oysa anne baba çocuğa bunu söylerken kendileri aile hayatı dışında çeşitli oyunlar oynuyorlardı ve biz çocuk gözüyle anne- babanın oynadığı bu oyunları görüyorduk. Yani filmin mesajı şu idi: çocuğum anne ve babasına dönüp, "buraya bak anne ve baba, siz artık şu oyunları bıraksanız da şu eve dönüp şu evcilik oyununu biraz daha iyi oynasanız!" demesi: gerekiyordu. Ama çocuğun bunu söylemeye yetkisi yoktu. Anne baba çocuğa oyunu bırak okula dön ve çalış diyorlardı."

Güvenç'e göre, toplumların ve kültürlerin vardıkları uzlaşımlar bellidir, kuralları belli olan oyunlar daha kolaylıkla oynanabilir. Bu yüzden, yetişkinler, çocukları da kuralları öğreten oyunlara doğru yönlendirmekteler. Oysa kuralları belli olmayan oyunlar, çocuğun düş gücünü geliştiren oyunlardır.

"Oyun", günlük yaşamın acımasız kurallarına, ağır yüküne, katı gerçeklerine, yüksek gerilimlerine karşı bir tepki, dünyanın hiç olmazsa, düşlerde yeni baştan yaratılması, gerçek-üstü düşlerin (bir varmış, bir yokmuşların) görülür inanırlık biçimlerine sokulması, gerçekleşmesi, "olmaz-olmaz'ın olmasıdır.

Çocuklar, filmlerde gördükleri düşsel oyunları, gerçek oyunlara ustalıkta çevirebilmektedirler. Her birinde olağanüstü bir oyunculuk gücü olduğundan istedikleri karakterin rolüne istedikleri anda geçebilmekteler. Bunun dışında dönemsel olarak eğer etkisi altında kaldıkları birden fazla film varsa, bu karakterleri de sırayla ve dönüşümsel olarak canlandırabilmekteler. Bir dönem çocukların hepsi birer basketbol koçu olması, her sokakta bir basketbol potası bulması ve her mahallenin kendi takımının diğer mahallelerle düzenli karşılaşmalar gerçekleştirmesi yalnızca bir rastlantı değildi. Bunun nedeni, büyük oranda | yetişmekte olanları spora ve basketbola özendiren "Beyaz Gölge dizisindeki Koç Reeves tipiydi. Gerçi dizi çocuklara olduğundan çok yetişkinlere yönelikti ancak çocuklar bundan çok etkilenmişlerdi. Spor klüplerinin sayısı arttı, klüplerdeki 18 yaş altındaki çocuk sporcu sayısı arttı.

Daha yakın bir örnek, alınmak istenirse, çocuklara yönelik he-man, Süpermen çizgi dizileri örnek olarak verilebilir. Bunlar "güç bende artık diyerek kötülerle savaşan ve üstün güçleri ile her şeyin yoluna girmesinisağlayanolumlu düşsel kahramanlardı. Her ne kadar aynı dönemde "örümcek adam örümcek-kadın", "batman" tiplemeleri de çocukları kısmen etkileri altına aldılarsa da yaygınlıklarını ve güncelliklerini he-man kadar koruyamadılar.

Daha sonra, dünyanın sürekli olarak tek bir kişi tarafından kurtarılıyor olması fikrinden çok, bir grup olarak çalışılması fikri daha ağır bastı. Bu yüzden, Power Rangers daha çok ve daha yaygın bir kabul gördü. Oyun oynayan bir grup çocuktan yalnızca biri he-man ya da superman olabiliyorken, şimdi çocukların hepsi farklı renkte ve farklı güçleri olan birer power rangers olabilme şansına erişmişti. Üstelik reklamlar ve piyasa gelirleri söz konusu olduğunda her bir renkteki oyuncağın, ya da baskılı nesnenin de ayrıca satışı söz konusu olacaktı. Günlük yaşamda nesnelin gerçekliği tartışılmaz, düş ise gerçekliğin nesnelliğin karşıtı olarak görülür. Düşler, ancak oyunda, gerçek olur. Öyleyse, oyun, insanın nesnel dünyası ile özlen dünyası arasındaki bir köprü gibidir. Oyun, düşle gerçeğin uzlaşması, nesnelle öznelin hesaplaşmasıdır.

Güvenç, çocuğun dünyasındaki oyun ve gerçek kavramlarını şöyle dile getiriyor. "Çocuğun gelişmesi açısından çocuğun iki dünyası yok. Çocuğun tek bir dünyası var, bu dünyanın nesnel bir boyutu var. Bir de öznel boyutu var. Yani bir bütün var. Bu bütüne bu açıdan da bakabiliriz, öbür açıdan da bakabiliriz. İşte yaratıcı oyun, play dediğimiz tipteki oyunlar, bu nesnel gerçeklikle öznel gerçekliğin ara kesitinde doğuyor, oluşuyor ve yaşıyor. Çocuk da bunu yaşıyor burada bir ayırım yok, çocuk için gerçeklikle gerçek olmayan arasında bir fark yok. 1890 'larda Psikolog W. James normal ve hasta düşler arasında bir süreklilik bulmuştu. Herkes her tür düş kuruyor, normaller, nesnel dünyaya dönüyor, hastalar ise yarattıkları düş dünyasında kalmayı orada yaşamayı iriliyor Fraud, hastalıklı düşleri, çocukluktaki açlık ve doyumsuzluklarınızın to dışa vurması gibi görmüş. "Mutlu kişiler düş görmez " buyurmuş. "

Güvenç, çocuk ve oyun konusunda şöyle söylüyor: "Bebeğin bakımı ve çocuğun eğitimi, nesnel gerçeklerle düşsel gerçekler arasındaki alacakaranlıkta inanan oyunlarla başlar. Orada, nesnelle düşsel iç içedir. Nesne'den nesnelden korkan çocuk, düşselle avutulur susturulur. Oyun aracını, (oyuncağı), görünür bir gerçek olmayan, yeri-yurdu zamanı bilinmeyen (Noel) baba gönderir. Oysa görünür, somut bir gerçeklik olan Baba söz dinlemediği, nesnel koşul- uymadığı zaman çocuğa ne olduğu bilinmeyen düşsel cezalar verecektir. Hıristiyanlık Tanrı'sının bu tür cezalar verebilecek bir "büyük baba" düşlendiğini saptadı. Çocuğa oynanan bir ovun, giderek Tanrının kişiliğini belirleyecek kadar “nesnel" olabiliyordu, işte böylece, oyun çocuğu, çevre- nesnel ya da düşsel her şeyle oynamağa başlar. Oynaya oynaya, oyunla oyunla gerçeği ayırmayı da ayırmamayı da öğrenir. Güçlükler karşısında düşlere sığınır. Düşlerden aldığı güçle, nesneleri değiştirmeğe çabalar. Çocuklar ana-babaya öykünerek, oyun olanaklarını geliştirerek, düşsel dünyalarını güvencelerini kendileri yaratırlar.

Oyunun büyük bir oranı çocuğun öykünmesi ve başkaları ile modelleri ile özdeşleşme çabasıdır. Çocuk, güçlü anne-babasına öykünür, onlar gibi güçlü olmak, küçüklerle oynamak ister. Bu amaçla, benlik tasarımını onlarla özdeşleştirir. Düşünde ana ya da baba olur. Klinik araştırmalarda, anneyle özdeşleşenle­rin düş gücünün daha yüksek, daha yaratıcı, babayla özdeşleşenlerin daha ger­çekçi, eylemci, kuralcı ve katı olduğu saptanmış.

Burada toplumumuz açısından çok önemli bir konu var. Kırsal yörede kentsel yörede biz babayı örnek alıyoruz Anne zayıf, anne babaya bağlı. Goethe "Xenions" adlı bir yazısında kendi yaşamı ile ilgili olarak şöyle demekte:

"Babam, salt bir görünüş verdi ve gerçek saygısı;

Annemse sevinç ve düş ile oyun tutkusu!"

Yaşıtları ve arkadaşları ile bol bol oyun oynayan çocuğun düş ve fantezi gücünün her zaman istenen yönden gelişmediği de görülmektedir. Masal ve öykülerin, belli bir yaştan yukarı çocukları doyurmadığı da bir gerçektir. Yaratı­cı oyun için, oyuncular, roller ve senaryo da gerekli olduğundan çocuk, kişileri zamanı, mekanı, seçebildiği senaryoyu kendi yazdığı ya da dilediği gibi yorum­layabildiği oranda, düş gücünü ve yeteneğini geliştirmektedir. Bir gruba katıla­rak oynamak, bir oyunu paylaşmak, çocuğu belki ergin yaşamın gerçek koşulla­rına hazırlayabilmektedir ancak bunun çocuğun düşsel gelişmesine katkıda bulunduğu her zaman ileri sürülemez.

Çocuk, yaşıtları ile oynadığı dramatik oyunlarda kendini değişik kişilerin ye­rine koyar. Baba, öğretmen, vb. Bu rolleri oynarken bir bakıma çocuk kendi kişili­ğini daha iyi tanır ve kendini başkalarından ayıran özelliklerin bilincine varır. Cinsiyet ayırımı da bu oyunlar yolu ile daha bir ortaya çıkar, pekişir. 4–6 yaşlarındaki kızlar, bebeklerine farklı elbiseler giydirip küçük sembolik evlerini eşyalarla süslerken, erkekler izledikleri bazı savaş oyunlarını grup oyunlarına yansıtırlar. Bebeğim sallayan, onu giydirip besleyen çocuk, annesini taklit etmekle, onun hareketlerini oyuna yansıtmakta, onunla kendini özdeşleştirmektedir. Çocuk, oyuna yaln» büyüklerinden gördüğünü aktarmakla kalmaz, kendi algıladıklarıyla, deneyimlerin ide katarak sentezler yapar. Oyun çocuğun yaratma ortamıdır.

Çocukların gerçekte duyduğu ya da yaşadığı ile "-mış gibi”düşünülen olayları çok erken yaşlarda ayırmaya başladıkları görülmektedir. Çocukların bilinçli olarak yaptıkları şakaların en erken örnekleri, bilinçli bir yanlışlık yapmakla elde edilmektedir. Örneğin, çocuk babasına "köpek havlıyor" yerine” köpek miyavlıyor" demekte, baba bu şakayı sürdürerek "horoz da miyavlıyor” dediğinde çocuk kahkahalarla gülmektedir. Daha sonra bildiği isimleri ve hayvan seslerini yanlış birleştirerek, bunlara gülmektedir açık ve belirgin tutarsızlıkları da çocukta gülmeye yol açmaktadır. Örneğin ortada bulunan bir nesneyi gördüğü halde görmezlikten gelerek bir yetişkine çocuklar gülmektedirler. Çocuk, yetişkinin bildiği halde bilmezlikten geldiğini bilmektedir. Simgesel oyun döneminde çocuklar, "-mış gibi" davranmaya başlamaktadırlar. Nesnelere başka nesnelerin işlev ve özelliklerini özgürce yükleyebilmektedirler örneğin bir kibrit kutusu, bir otomobil ya da masa olabilmektedir.

Şahin ve Aksu'nun "Çocuklar için hazırlanan "komik" filmlerin güldürücülüğü belki de sözel gülmecelerden doğmuyor, bu filmlerdeki hareket unsurundan kaynaklanıyor" saptaması doğru görünmektedir. Gülmece duyarlığı, anlam yapı­cının öğrenilmesiyle birlikte gelişmektedir. Gülmecenin ortaya çıkabilmesi için çocuk tarafından o konuda nasıl bir olası sonuç bulunacağı hakkında beklentiler oluşturmalı, aynı şekilde karşıt düzeydeki sonucun da beklentilere uygun olduğu alışılabilmelidir. Gülmece duyarlığı bireylere göre büyük farklılıklar göstermek­ledir. Çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda, çocukların sözcüklerin temel anlamlarında 5-6 yaşları arasında daha sık kullandıkları, yan anlamlarını ise 11-12 Jt$tan sonra tam olarak kavradıkları görülmektedir. Anne-baba ve öğretmenlerin çocukları bir an önce yetişkinler gibi konuşmaya zorlamaları, ilk yaşlarda görülen yaratıcı çeşitliliğin azalmasına neden olmaktadır. Çocuklar, standart anlam ve anlatım kalıplarını kullanmaya itilmektedir.

Araştırıcılar, çocukların dili yalnızca oyun ve eğlence aracı olarak kullanmalarını sağlayacak ortamlar yaratmanın çocukların dilsel gelişimi, zihinsel ve yaratıcı düşünmeyi sağlayan önemli bir unsur olduğunu ileri sürmektedirler. Genelde iletişini söz konusu olduğundan 3–5 yaş arası çocukların sürekli konuşup eylem sırasına ve konuya dikkat etmedikleri söylenebilir. Çocukların 7 yaşlarına kadar dinleyici rolleri seçtikleri ve ancak 10-12 yaşlarında hem konuşmacı hem de dinleyici rolleri etkini ilde yerine getirebildikleri görülmektedir. Daha sonra ergenlik dönemi ile birlikte yaratıcılık ve etkin katılım rolleri azalmakta, daha ileri yaş dilimlerinde ise yeniden etkin katılımcı olabilmektedirler.

Çocuklar kendi aralarında "Sessiz Sinema" oyunu oynarken, buradaki sözel anlatımları, nasıl kavramsal bir jest, mimik eğlentisine çevirebilmektedirler? Kendi zihinlerindeki bu kavramları başkalarına nasıl anlatmaktadırlar? Sözel olmayan görüntüsel olan öğeleri nasıl bulup çıkarmakta kendilerinin anlatabileceği ve başkalarının anlayabileceği şekli verebilmektedirler? Çocukların genelde toplumsal sözlü iletişimi daha ileri yaşlarda da görsel ve yazınsal düzeydeki metinleri örneğin sinemayı ve filmi, "kitabı ve romanı nasıl ve ne açılardan ediklerini anlayabilmek için, onların bu öyküleri nasıl anlattıklarım irmek gerekir. Örneğin öykünün kuruluşu açısından bakıldığında, ilk basamakta 2-2,5 yaş arasındaki çocukların öykülemelerinde olayların yalnızca birbiri ardınca olup bittiği, aralarında bir ilişki kurulamadığı görülmektedir. İkinci basamakta ise, olaylar arasında basit ilişkiler kurulmakta, yine de belli bir bütüne ulaşılamamaktadır. Son olarak öykülemelerde bir karakter etrafında bütünlenilmekte, bu karakter birden fazla eyleme girebilmekte ve öykülerde ayrıntılar da dikkati çekmektedir. Anlatımın kişisel bir söylem kazandığı son basamakta ise farklı karakterlerin etkileşimi, çok yönlü konular ve duyguların işlenişi ortaya çıkmaktadır.

Oyuncak

Masal ve Oyun söz konusu olduğunda, çocuk dünyasında oyuncağın da çok önemli bir yer tuttuğu bir gerçektir. Çocuk oyun sırasında, oyuncağına de­ğişim iletişim işlevleri yükler. Zaman zaman oyuncak, bir iletişim biçimi, bir gönderse, bir alıcı bir verici ya da kaynak olabilmektedir. Oyuncaklar konuşur, hareket eder ya da çocuğa arkadaş olurlar. Çocukların zaman zaman çok sevdik­leri oyuncakları olabileceği gibi, sevmedikleri, oyun sırasında cezalandırdıkları, "öteki" kavramı ile özdeşleştirdikleri oyuncakları da bulunmaktadır.

Oyuncakların zaman zaman çocuğun kendi içgüdüleri ile herhangi bir nesneye oyun gücünün eklenmesi ile elde edilebilmesi söz konusu olabilir. An­cak genelde bunlar belli işlevleri yükleme üzere özel üretilmiş nesneler de ola­bilmektedir. Bu nesnelerin yapım maddeleri geçmişten günümüze çok fazla değişmiştir. En ilkel oyuncakların yontulabilir taş ve tahtadan olduğu bilinmek­tedir. Bugün ise, içinde çocuğun sağlığına zararlı maddeler bulundurmayan, hafif renkli, yeniden kurulabilen, mekanik oyuncaklar çok gündemdedir. Oyun­caklar, genellikle yetişkinler tarafından tasarlanır, piyasaya sunulur, satılır ve satın alınır. Oyuncaklar, bir açıdan yetişkinlerin düş dünyasını da yansıtmakta­dırlar. Kimi anne babalar kendileri için oyuncak alırlar, çocukları ile oynamak istedikleri oyunlara göre oyuncak seçimi yaparlar.

Yavuz er’in ülkemizde "oyuncak seçimi" konusundan üç farklı sosyo­ekonomik ve kültürel çevreden seçilen 270 çocuk, 240 anne-baba, 52 eczacı ve oyuncakçı olmak üzere toplam 562 deneğe uygulanan 3 ayrı anketle gerçekleş­tirdiği araştırmada elde ettiği bulgulara göre, çocukların oyuncak seçiminde cinsiyet etmeni önemli bir yer tutmaktadır. Bulgulara göre kız çocukları için en çok seçilen oyuncaklar, sırasıyla bebek, model oyuncaklar, yapı-inşa oyuncaklarıdır. Bu sıralama erkek çocuklar için tekerlekli oyuncaklar, pilli ve kumandalı oyuncaklar, top, oyuncak silahlar ve yapı-inşa oyuncaklarıdır. Her iki sıralama, hem anne-baba hem de oyuncakçı tarafından doğrulanmıştır.Bulgular aşağıdaki gibidir.

Çocukların sırasıyla kırmızı, sarı, yeşil ve mavi renkleri seçtikleri or­taya çıkmıştır.

En çok oyuncak 4-6 yaş çocukları yani okul öncesi çocuklar için alınmaktadır.

3. Araştırma sonuçlarına anne-babaların kız ve erkek çocuklarına cinsiyet farkı gözetmeksizin oyuncak satın almakta oldukları ortaya çıkmıştır.

4. Anne babaya göre oyuncak seçiminde en önemli etken, "oyuncağın yaş ve zihin gücüne uygun olması ile gereksinime yanıt vermesi iken, oyuncakçıya göre en önemli etken, "hareket" tir.

Oyuncak, anne ve babalara göre gerektiği zaman, oyuncakçılara göre yılbaşlarında daha çok satın alınmaktadır. Parasal olanaklar elverdi­ğinde ithal malı oyuncakların tercih edilmekte olduğu belirlenmiştir. Anne ve babalara göre tercih nedeni, daha sağlam, güvenceli olmaları ve çocuğun bedensel, zihinsel, sosyal gelişimine daha çok yardım et­meleridir.

Anne ve babalar, gerek oyunun gerekse oyuncağın işlev ve önemini tekdir etmektedirler. Anne babaların büyük bir bölümü, çocuklarıyla oyun oynamak üzere zaman ayırmaktadırlar.

Oyuncak seçiminde koşulla ya da dolaylı da olsa çocuğun etkisi gö­rülmekte arzusu geçekleştirilmektedir.

Çocuklarca en çok beğenilen ses bebek sesidir.Televizyon programlan oyuncak seçimini etkilemektedir.Çocuklar bir oyuncak almak üzere harçlıklarından para biriktirmekte­dirler.

Eco, denemelerinden birinde annenin babanın çocuğa oyuncak alırken farklı seçimlerde bulunduğunu, annelerin çocuklarına tüylü oyuncakları babaların ise silah, tüfek ve diğer mekanik oyuncakları almayı tercih ettiklerini belirtmektedir. Eco, ayrıca oyuncak mağazalarının Noel zamanı "oğullan için alı­yormuş gibi yaparak, çok sevdikleri elektrikli trenleri, kulda tiyatrosunu yayı ve oklarıyla birlikte hedef tahtasını ve aile pin-pon setlerini kendileri i cm sat m alacakları anı sevinçle beklemekte olup her yılki ikiyüzlü cömert'li senaryolarını oynayan ana babalarla"" dolu olduğunu söylemektedir.

Fida "ilmin Sinema İzleyicileri ile ilgili yaptıkları araştırma sonuçlarına göre çocuğu olan ailelerin çocukları için tercih ettikleri oyuncak markaları da Ocukların kendileri dışında bir iletişim çemberi tarafından etkilenmekte ve yönlendirilmekte olduklarım göstermektedir.

Oyuncak Markaları

Yüzdesi

Satın almayanlar

% 74.57

Lego

% 4.5

Intertoy

% 3.99

Barbi

% 3.14

Sindy

% 2.77

Aile oyunları

% 2.18

Batman

% 2.07

Markasız

% 2.51

Diğer

% 4.27

Oyuncak seçimi, oyuncakla oynama şekli ve sıklığı ile oyuncağa oyun sırasında yüklenen işlevler çocuktan çocuğa aileden aileye ve toplumdan toplu­ma değişebilmektedir. Örneğin Amerika'daki oyuncak satışları üzerine yaptığı araştırmasında Edmondson'un belirttiği gibi, çocuklar "tatillerin Yıldızları”dır. Özellikle Amerika gibi gittikçe yaşlanan insanlarla çevrelenmiş bir çocuk nüfusu göz önünde bulundurulduğunda, tatiller de çocukların yıldızı olmakta, çünkü bütün yetişkinlerden hediyeler almaktalar. Okullar başladığında, okullar tatile girdiğinde, tatilde, iyi çocuk olduklarında yeni yılda, yaş günlerinde it diğer özel günlerde hediye vermek neredeyse gelenekselleşmiş durumdadır. Bütün zamanlar, hediye vermek için iyi ve uygun zamanlardır. Ayrıca, çocukla­ra hediye vermek içinde o kadar çok neden bulunabilir ki! Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre, Amerikalılar alman oyunlar, oyuncaklar, hobi etkinlikleri üç tekerlekli bisikletler ve pilli oyuncaklar için 1997 yılı için her bir çocuğa 365 dolar harcamış durumdadır. Ulusal planlama sistemleri verilerine göre bu 2002'de 470 dolan geçecek gibi görünmekte.

Oyuncak satın almanın kültürden kültüre ülkeden ülkeye değişik eğitimler gösterdiği daha önce vurgulanmıştı. Ancak bu oran, aynı ülke içinde farklı bölgelerde bile oldukça büyük sapmalar gösterebilmektedir. Örneğin, genelinde bazı farklılıklar gözlenmektedir. Araştırmacılara göre, Arlington County, VA eyaletinde çocuk başına 900 dolar harcama yapılması, Amerika genelinde 38.000 dolar olan aile gelirinin bu bölgede 62.000 dolar olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bölgedeki zenginlik miktarı gelecek yıllarda daha da artacak ve çocuklara ayrılan payın da genişleyeceği düşünülmektedir. Öte yan bölgenin çocuk nüfus oranı diğer bölgelere oranla daha azdır. Amerika genelinde 0-17 yaş arası çocukların oranı % 26 iken, eyaletteki oranı % 17 dır.

Ailelerin gelirinin ortalama 38.000 dolar olduğu ve çocukların, toplam nüfusun % 16'sını oluşturduğu Sarasota County FL eyaletinde ise oyuncaklar çocuk başına 702 dolar harcandığı belirlenmiştir. 25–34 yaşlarındaki ev eden-anne babalar, çocuklara ülke genelindeki anne babalardan % 47 daha fazla para harcamaktadırlar. 20'li yaşlarda oyuncak satın almaya başlayanların ise % 65'lerıne dek buna devam ettikleri saptanmıştır. 35–44 yaşlar arasındaki düşlemlerin oyuncak satın alma oranı ise % 28'lere düşmektedir. 45–59 yaşla- roda büyükanne ve büyükbaba olan yetişkinler ulusal oranın % 8'inin biraz üzerinde yer almaktadır. 55–64 yaşlar arasındakiler ise ulusal oranın % 6 altına örnektedirler.

Genç anne-babaların çocukları için çokça zaman ayırmaya çalıştıkları ve onun büyük bir bölümünü de birlikte oynanan oyunlarla değerlendirdikleri göz önünde bulundurulacak olursa, yetişkinlerin biraz da kendilerini düşündükleri ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra yetişkinlerin kendileri için de oyuncak satın aldıkları görülmektedir. Edmondson özellikle çocuksuz evli çiftlerin, oyun ve oyuncak satın almaya bayıldıklarım vurgulamakta. Örneğin San Fransisco Canty CA eyaletinde oyuncak harcamaları çocuk başına 627 doları bulmakta ve bu eyalette ortalama aile geliri 43.000 dolar olmasına karşın bölgedeki çocuk yalnızca % 17'dir. Bu değerlendirmelere göre eğer torunlar ve büyük an- büyük babalar olmasa, oyuncak alımının neredeyse tamamının çocuksuz çiftler tarafından yapılmış olacağı düşünülebilir.

Amerika'da satın alınan oyuncaklar arasında yumuşak, tüylü ve teddy türü oyuncaklar üst sıralarda yer almaktadır. Bebek türü oyuncaklar ise, hatta yaşlı, evli ve çocuksuz bayanların sıklıkla satın aldıkları oyuncaklardandır. Bunların yarısı bu hobileri için yılda 250 ile 1.000 dolar arasında değişen rakamlar ödemektedirler. Alıcıların üçte birinin ise yılda 1.000 doların üzerinde bir rakamı bebeklere ödeyebildiği belirtilmektedir.

Günümüz çocuklarının geçmiştekilere oranla daha çok oyuncağı olduğu kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimi çocukların oyuncaklarını yaşam boyu yanlarından ayırmadan gezdirmeleri söz konusu olabilirken kimilerinin ise oyuncakları ile kısa bir süre oynayıp bıktığı ve yeni oyunlar arayışına girdiği görülmektedir. Kısacası, oyuncaklar da çocukların duygusal olarak bağlandıkları ve yaşam boyunca arkadaşlık ettikleri konumlardan çıkarılıp bir tüketim aracı konumuna getirilmişlerdir. Çocukların kendileri için seçtikleri oyuncaklar ya da yetişkinlerin çocuklar için seçtikleri oyuncaklar çocukların oynadıkları oyunlarda da farklılıklar oluşturmaktadırlar. Çocukların kendileri için seçtikleri oyuncaklar, söz konusu olduğunda, çocuğun tüketici olarak devamına ilişkin bir araştırma yapan A&M University Marketing Department Profesörü James MCNeal 1995’te 4-12 yaş arası çocukların paralarını su şekilde harcayacağını bulgulamıştır.

Satın Alınan

Ödenen

Sandviç ve Şekerlemeler

5.8 milyar dolar

Oyuncaklar ve Oyunlar

4.7 milyar dolar

Giyim

2.5 milyar dolar

Hediye, Müzik ve Hobi

1.5 milyar dolar

Sinema ve Spor

1.5 milyar dolar

Video

1.0 milyar dolar

Görüldüğü gibi, oyuncaklar çocukların kendi kendilerine satın aldıkları nesneler arasında yer almakta, üstelik de en üst sıralarda bulunmaktadır. Bu da çocukların her konuda olduğu gibi oyuncak satın alma konusunda da rastlantısal rollerle yetinmediklerini, bilinçli, seçici hatta yönetici birer tüketici durumuna geldiklerinin bir göstergesidir.

Çocukların oyuncak tutkusu, bunun bilinçli ve seçici bir biçimde gerçek­leştirilmesi isteği yetişkinler tarafından da bilinmekte ve zaman zaman çocukla­ra karşı kullanılmaktadır. Oyuncaklar, genellikle yetişkinler ve çocuklar arasın­da bir uzlaşım aracı olarak kullanılmaktadır. Uslu duran çocuğa yeni bir oyun­cak alınması nasıl kaçınılmaz ise, yaramazlık yapmakta olan bir çocuğa alına­cak olan oyuncak da onun yaramazlık yapmasını engelleyecektir. Çocukların yetişkinleri rahatsız etmemeleri için oyuncakları ile oynamaları önerilir. Bu durumu bilen reklamcılar da çocukları oyuncaklar yardımı ile belli yönde tüke­time teşvik etmeye çalışmaktadırlar. Örneğin McDonalds', Burger King gibi firmalar, çocuklara yönelik olarak hazırlanan fast food ürünleri yanında onların hoşlarına gidecek birer oyuncak vermeyi 1990'lı yıllarda bir gelişim stratejisi olarak saptamışlardı. Bu durum özellikle çizgi film üreticileri ile kol kola bir çalışmaya kadar gitmiştir. Gösterime giren bir filmin reklamı şeklinde sunulan bu oyuncakların mutlaka çocuk filmlerinden figürler almaları da gerekli değil­dir. Bu oyuncaklar, yetişkinlere yönelik filmlerin kahramanlarından da örnekler taşımaktadır. Örneğin, Burger King firmasının Small Soldiers filminin kahraman­larının oyuncak, poster ve gözlüklerini hazırladığı yeni bir menüye hediye olarak eklemeyi kararlaştırdığı da filmin reklamı ile birlikte gündeme gelmişti.

Çizgi filmlerin kahramanlarıyla basılan tişörtler, çocuk giyim ve diğer eşyaları reklam unsuru olarak görülen film karakterleri oyuncak setleri filmin oynatıldığı sinemalara yakın yerlerde ve tüm McDolands'larda piyasaya gir­mekte, ürünü çağrıştırmakta, kavram oluşturmakta ve tüketim isteği, filmi gör­me isteği oluşturmaktadır. Çocuk, filmi gördükten ve etkisi altına girdikten son­ra o filmle ilgili sevebileceği bir anıya, bir oyuncağa sahip olmak istemekte, filmden sonra yiyecek seçimi değil, oyuncak seçimi yapmaktadır. Ya da bu cazip oyuncaklar bir şekilde çocuğun dikkatini çekmekte ve oyuncağa sahip olan çocuk, bunun içinde bulunduğu iletişim ortamını da merak ederek filme gitmeyi aralayabilmektedir. Satılan her Simba bardağı, her Mufasa oyuncağı ve Scar T-shirt'ü Aslan Kral Video kaseti, VCD ve ses kasetinden daha fazla gelir getirmektedir.

Bu tür kampanyaların birlikte yürütüldüğü filmler arasında 101 Dalmaçyalı, Aslan Kral, Küçük Denizkızı, Herkül, Casper, Sihirli Kılıç, Ninja Çocuklar, Güzel ve Çirkin, Oyuncaklar, Alaaddin, Taş Devri, Pocahontas, 102 Dalmaçyalı, Mulan, Harry Potter gibi