Çocuk Merkezli Aile

çocuk ve aile antalya psikologGünümüzde özellikle batı ülkelerinde gitgide çocuk merkezli bir çocuk merkezli bir tüketim söz konusudur. Anne babalar her ne kadar istemeseler, onaylamasalar da bunun bir parçası olmanın acısını yaşamaktadır, tüketim kültürünün bir parçası hem de önemli bir parçası haline gelen çocuk açısından da her şey maddi açıdan görülmektedir. Akşam işten gelen ...>

Günümüzde özellikle batı ülkelerinde gitgide çocuk merkezli bir çocuk merkezli bir tüketim söz konusudur. Anne babalar her ne kadar istemeseler, onaylamasalar da bunun bir parçası olmanın acısını yaşamaktadır, tüketim kültürünün bir parçası hem de önemli bir parçası haline gelen çocuk açısından da her şey maddi açıdan görülmektedir. Akşam işten gelen anne çocukların sorduğu ilk ve en önemli soru kendilerine ne alındığıdır.Eğer biri getirilmediyse, çocuk sevilmediği, yeterince ilgi gösterilmediği hissine kapıl tadır.

Bu açıdan bakıldığında, çocuğa zamana ayırmanın psikolojik olarak] bileceği düş kırıklıkları yanında "maddi açıdan" da belli bir yükü bulunur. Bu yükü omuzlayan da genellikle baba olduğu için, babalar işe daha fazla vermekte, ya da veriyormuş gibi davranmakta ve bu maddi sorumluluktan kaçmakta ya da bu sorumluluğu annelere devretmekteler. Yapılan pek çok çalışma şunu gösteriyor: Babalar, aile bireylerinin istediklerini en iyi biçimde ya da en azından vasat bir biçimde gerçekleştirebilmek için çalıştıklarını düşündüklerinden, çocukları ile geçirdikleri zaman diliminde de çocuklarının istedikleri isteyebilecekleri her şeyi gerçekleştirmekle yükümlü olduklarını düşünüyorlar.

Eğer yeterli bir gelirleri, çocuklara ayıracak "ekstra para"ları yoksa çocukların yanında küçük düşmekten ya da onları düş kırıklığına uğratmaktan çekindiklerinden, onlara ayırabilecekleri zamanın en azını ayırıyorlar. Benzer biçimde, paralarının kendilerinin planlamadığı bir şekilde harcanması babaların büyük bir strese girmelerine de neden olabilmekte. Örneğin, çocukları için bir satranç takımı, futbol topu, ya da scrabble gibi bir sözcük oyunu almayı planlayan baba, çocuğuna ne istersin diye sorduğunda bir bilgisayar ya da yeni bir televizyon isteğini karşılaşabiliyor. Bu durumda doğrudan isteklerle karşılaşmamak için ha işini annelere bırakan babaların sayısı da hiç az değil. Böyle bir ortamda bir sürü eleştirel durum ortaya çıkabilmektedir. Örneğin uzaktan kumandalı bir robot alan anne-çocuk ikilisine, "ben olsam, bir basketbol topu alırdım" ya da yine uzaktan kumandalı bir deniz motoru alan oğluna "biz eskiden bunları kağıttan yapardık" diyerek heveslerini kıran babalar da hiç az değil.

Çocukları için bir harcama yapmayı planlayan günümüz anne bat öncelikle çocukların ne istediklerini sormakta ve harcamalarını onların istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışmakta. Bu da seçici ve seçebilmek için toplumu özelliklerini kimliklerine ekleyen çocukların oluşması ve bunların toplumda günden güne çoğalması demektir. En ilginci de çocuklarının gereksinimleri ile ilgilenebilecek ve onların isteklerini bile dinleyebilecek zamanlan o . anne babalar için kaçınılmaz olarak paranın harcanması işinin çocuğa bırakılmasıdır. Bu durumda doğrudan "tüketici kimliği" kazanan bu küçükler, küçüklerini, belki de yaşlarının gerektirmediği şekilde harcayabilmektedirler.

Çocuğun yaşı ve cinsiyeti de birlikte geçirilecek zaman için önemli bir ayırtedici öğe olarak karşımıza çıkmaktadır. Genellikle küçük bebeklerle nasıl edeceklerini bilmediklerinden, erkekler, çocukları ile ancak beş yaşından sonra istedikleri ilişkiyi kurabildiklerini söylemekteler. Erkekler genelde 0-12 yaş arasındaki çocuk bakımım tümüyle anneye bırakmayı seçerek, daha sonraki amanda da hep ikinci planda kalarak kendilerini babalık kavramından olabildi­ğince u/ak tutmaya çalışmaktalar. Annenin, doğuma hazırlık döneminden baş­layarak doğal olarak üstlendiği annelik görevinin yanı sıra, kendilerinin bir baba­lık görevi olduğunu düşünüp benimsemeleri, çocukla doğrudan ve rahat bir diyalog kurulana dek gecikebilmektedir.

Haas & Hvvang'm bulguladığı gibi doğumdan sonra yüksek giderlerin­den ya da güvensizlikten dolayı bebeklerini bakıcıya bırakamayan ya da bırak­mak istemeyen anne-babalar. işten uzun süreli ayrılıkları da göğüsleyemeyecekleri durumlarda, çocuk bakımını paylaşma yoluna gidiyorlar. Özellikle annenin de kariyere yönelik çalışmaları olduğunda doğum iznine ayrılan ve evde çocuk takmayı seçen babaların sayısı hızla artmakta. Benzer şekilde, anne-babalar için partime iş olanakları arttıkça, bebeğe nöbetleşe bakan ailelerin sayısı da art­maktadır.

Yaklaşık 25 yıl önceki toplum yapısı ile karşılaştırıldığında "çocuğa verilen önem" ve "ayrılan zaman" açısından çok büyük bir gelişme ve değişim söz konusu. Bu değişim kadınların iş yaşamına girip kendilerini kanıtlamaları ile annelerin yaşamında daha hızlı ve daha görünür bir biçimde ortaya çıkmakta iken, zaten iş yaşamında olan erkekler için daha çok eve ve aileye, çocuklara zaman ayırma şeklinde babaların yaşamında da özellikle son 10 yılda ortaya çıkmıştır. Özetlemek gerekirse, geçmiş yıllarda çocukların babalarını rnodelleyerek gelecekteki baba tipini oluşturması söz konusu iken, günümüzde, babaların çocukları ile daha fazla paylaşıma giderek, onların dünyasındaki baba modellerini yakalamaları söz konusudur.

Endüstrileşme sonrasında yaşanan iletişim alanındaki gelişmeler, büyük çocukları ilgilendiren kavramlar içermektedir. Öncelikle, teknolojinin gelişmesinden pay alan çocuklar, bir yandan, iletişimsizlik yüzünden ailelerin­den ailelerinden kopma noktasına gelirken, diğer yandan yakın ve uzak çevrelerindeki güncel olayları anında öğrenebilmenin çelişkisini yaşamaktadırlar. Gitgide küçülen ayan teknoloji sayesinde, rahatça bir radyo, televizyon, gazete ve hatta bilgisayar yolu ile internet ortamına erişebilen çocukların, bundan ne ölçüde olumsuz etkilendikleri de her gün tartışılmaktadır. Günlük kavramlarımız arasına girmeye başlayan cinsellik, intihar, AIDS, nükleer savaş, silahsızlanma, boşanma gibi kavramların da çocuklara verilip verilmemesi gerektiği, nasıl verileceği ve onlar üzerindeki etkilerinin nasıl değerlendiril« de yeni tartışma konulan oluşturmaktadır.

Daha önceden tartışılan hangi ya ve hangi cinsteki çocuğa neyin nasıl söylenmesi gerektiği konulan, artık eskimiş görünmektedir. Çocukların kibar ve nazik bir dil kullanmaları da beklenmemektedir, çünkü her türlü güncel çirkin söz ve argo kullanımlar, sert çocuğun dünyasına girmektedir. Artık, çocuklar, karşılarına çıkan her yeni Soruna nasıl yeni bir bakış açısı ve çözüm getireceklerine kendileri karar vermektedirler. Elkind'in dediği gibi, "Bazen büyüklerin büyüttüklerinden de ol kendilerince çözüvermektedirler sorunları" Elkind'e göre, günümüzde, bütün çocuklar acele ediyorlar ya da acele ettiriliyorlar. Hep bir koşturmaca ve stres altında yarınlara ne derece sağlıklı hazırlandıkları tam olarak bilinmese de, "Çocukluğun kendine özgü bir görme düşünme ve hissetme şekli var ve hiç bir yetişkin ya da onun öne sür sorun bu kendine özgülüğü bozamaz."

Çocukların iletişim araçları ve iletişim metinleri ile ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, pek çok önemli kavram ön plana çıkmaktadır. Toplumda, çocuğun, ailenin yeri işlevi ve önemi tam olarak saptandıktan sonra, metinler ile iletişimi açısından bilgiye, iletişime hazır olma kavramına göz atmak yararlı olacaktır. Hazırlık, kısaca, bir bilgiyi almaya, kavramaya hazır hale gelme olarak tanımlanabilir. Günümüzde yurt içinde ve dışında hemen her ana okul çocukları ilkokula "hazırlama" programı uygulanmaktadır.

Hayatın Önemli evresi olan ilkokula hazır olmadan başlanması durumunda çıkabilecek uyumsuzluklardan kaçınmak amacıyla, çocuklar okumaya, yazmaya matematiğe hazırlanırlar. Okuldaki bilgiler de genellikle yaşama hazırlık amacı taşır. Şu an günümüz çocuğu o denli karmaşık bir sisteme hazırlanmakta ve bu öylesine hızlı ve yoğun olmaktadır ki, bir anlamda, bu hazır olma durumu yaşamın kendisi akıp giderken yaşamın farkına varılmadan harcanması anlamına gelir. Hep bir 'yarın' endişesi, hep bir hazırlıksız yakalanma korkusu ile yaşadığı günün tam anlamını kavrayamadan olgunlaşıverir çocuklar. Üstelik bu hazırlık dokümanları içinde çocukların hiç de hazır olmadıkları bilgiler vardır. Acı vardır, göz yaşı, ayrılık, sözünde durmama, şiddet, savaş, başka ırktan insanlar, başka dünyadan yaratıklar vardır. Aşk vardır, iktidar, kıskançlık kam vardır. Çocuklara yönelik çizgi filmler, çocuklara pek de çocuksu o bir dünya sunar. Yetişkinler, çocukların kendilerini bir yetişkin gibi anlamasını ve onaylamasını bekler.

Çocuk oyuncakları ise gerçek yaşamın minyatür modelleri gibidir. Çocukların yetişkin gibi konuşması, düşünmesi çevrelerindeki, insanları mutlu eder, çocuklarının büyüdüğünü düşünerek sevinmelerine neden olur. Sözlü iletişim, yazılı iletişim, görsel iletişim, işitsel iletişim, toplumsal ve bireysel iletişim biçimleri ve iletişim metinleri ile sımsıkı çevrelenen ve bu metinlerle sürekli ilişki içinde bulunması beklenen çocukların, çocukluklarını yaşamasına izin verilmez.

Kısa bir süre öncesine dek çocukların da belli bir süre içinde olgunlaşıp, yetişkin davranışlarım kazanacağı umulmaktaydı. Duygusal yaş ile fiziksel yaş arasında fark olduğu, kız çocuk algılaması ile erkek çocuk algılamasının değişik olabileceği, ailedeki tek çocuk ile bir ya da birden fazla sayıda kardeşi olan çocuğun gelişim düzeyinin farklı olacağı bugün artık bilinen ama ancak 20.yüzyılın başlarında kavranan gerçeklerdir.

25 yıl kadar öncesine dek, erkek çocuklar kısa pantolon ile dolaşmaktaydılar. Bugün ise onları büyükler gibi giyinmeye hatta markaları seçmeye yönlendirmekteyiz. Yalnızca giysi ve giyinme kültürü bile belirleyici bir etmen olabilmekte. Çocuklar büyükler gibi giyinmeye başladıklarında, yetişkin davranışlarına da özenmekteler. Gerek dav­ranışları, gerek söylemleri göz önünde bulundurulduğunda günümüzde çocukla­rı minyatür birer yetişkin gibi değil de gerçekten çocuk gibi görebilmek çok zor. Daha anaokulundan başlayarak belli bir marka boya kalemi, belli bir tür çizgi film ya da film belli bir tür ayakkabı ve belli bir marka yiyecek seçmeye ve istemeye yönlendirilmiş durumdalar.

Çocukların, rahatlayıp, kendilerini daha iyi ifade edebilmeleri için düzen­den çeşitli etkinlikler de kabuk değiştirmek durumunda kalmaktadırlar. Örne­ğin. Çocuklara yönelik eğlence etkinlikleri ile gündemde olan geçmiş yılların çeşitli oyunlar ve grup çalışmaları yanında, yüzme, yatçılık, ata binme ve kamp kurup kamp ateşi yakma gibi doğal ve yararlı şeyler öğreten çocuk kampları Programlarını değiştirip daha çok yetişkinlere yönelik olarak nitelendirilebilecek tenis, beysbol, dans, müzik, bilgisayar ve yabancı dil ağırlıklı programlar uygulamaya başlamış durumdadırlar.

Bu da çocukların hiç beklemedikleri şekilde erken olgunlaşmalarına ve çocukluklarını yaşayamadan büyümelerine olmaktadır. Günümüzde hep bilinmeyen bir geleceği, olası bir yetişkin dünyasını hedefleyerek yetiştirilen çocuklar, bir yandan çocukluklarından mahrum edilmektedir. bir diğer yandan da sürekli bir 'yarış' ortamında yetişkinlerin etiketin Prestij öğesi olarak 'kullanılmaktalar.

Sinema, günümüzde yalnızca yetişkinlerin değil, çocukların da kaçış uğraşlarından biri konumunda. Güncel filmleri bilmeyen, izlemeyen, hakkında arkadaşları ve yakınları ile konuşmayan çocuk yok denecek kadar az. En az sinemaya giden kesimde bile güncel filmler neredeyse görülmüşçesine canlı ve heyecanlı bir biçimde dillendirilebiliyor. Bunun en büyük etmeni, sinema filmlerini konu edinen medya ağı televizyon programları, dergiler, gazeteler.

Sinema eskiden Çocukların aileleri hatta mahalledeki büyükleri ile birlikte gittiği, katıldığı bir toplumsal etkinlikti. Günümüzde ise, çocukların daha çok sinemaya gidip gitmedikleri bir soru işareti. Geçmişin siyah beyaz yerli filmleri yerini günümüzün renkli ve canlandırmalı bilimkurgu filmlerine bırakmış durumda. Sinemaya giden, gidebilen çocuk oranının gitgide azaldığı günümüzde, çocuklara yönelik filmlerin sayısının artışı da ayrı bir çelişkiyi gündeme getirmekte. Bunun da ötesinde, günümüz yetişkinleri, genellikle çocuklara yönelik filmleri çocuklarla izleme taraftarı da değiller. Çocukların pek çoğunun anne babaları tarafında sinemaya bırakıldığı ve film bitiminde alındığı gözlenmekte.

Genellikle büyük alışveriş merkezlerinde bulunan çoklu film ve alışveriş ortamlarında da iki ile on arasında değişen farklı tarz ve niteliklerde filmler oynatan sinemalar bulunmaktadır. Bu filmlerden bazıları anne babanın, bazıları da çocuğun ilgisini çekmektedir. Çocuğu ile çocuk filmi izlemenin yararlı bir etkinlik ve iyi bir para harcama biçimi olmadığını düşünen günümüz anne babaları, onlara seçeneklerinde özgür bırakarak, arzu ettikleri filme gitmelerine olanak sağlamakta, kendileri ise bu süreyi ya kendi seçtikleri bir filmi izleyerek, ya da alış veriş yaparak geçirmektedirler. Bütün bunların yanında, kendi harçlıkları ile kendi başlarına sinemaya gidip istedikleri filmi izleyebilen çocukların sayısı da hiç de az değil.

Çocuk Merkezli Aile söylemi, uzmanların yeni araştırma alanı içine girmektedir. Çocuğun ve ailenin zamanı görme ve değerlendirme açıları birbirinden oldukça farklı olduğundan, aile içindeki söylem de bu zamanın kullanımı oldukça fazla etkilemekte ve değiştirebilmektedir. Bu şekilde söylemin gerçek anlamı ile yan anlamı arasında oldukça büyük farklılıklar oluşabilmekte bunun yanı sıra farklı birlikteliklerde farklı söylemler de ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, çocuğun kullandığı dil açısından bakıldığında, çocuğun anne ya da baba ile tek başına kaldığı zaman kullandığı dil ile, hem anne hem baba ile birlikte iken kullanılan dil ve seçilen sözcükler arasında büyük farklar saptamışlardır. Benzer şekilde, çocuk aile içinde iken söylemi farklı, okulda bakıcısı ile birlikte ya da anaokulunda iken söylemi farklı olabilmektedir.

Günümüz anne-babaları, genellikle çocuklarını olası bir hatadan korumak için "Büyüğünü dinle ve ne diyorsa yap" türü bir disiplinle aşırı baskı yapmakta ya da bir çeşit uzlaşıma gitmektedir. Aile içinde, çocuğa karşı açısından "başarı ve ödüllendirme", ne kadar özgürlük - o kadar sor gibi somuta indirgenmiş farklı uzlaşım türlerinden söz edilebilir. Bu hem anneden hem de babadan gelen farklı türde disiplin ve uzlaşmalardan söz etmek olasıdır. Disiplin konusunda hem annenin hem de babanın uzlaşıp aynı konuda aynı oranda uygulaması gerekmektedir. Anne Babanın ayrı yaşadığı yada boşandığı durumlarda tek yönlü ve daha farklı bir uzlaşmadan söz edilebilir.

Ancak zaman zaman anne ya da babanın birbirlerine karşı olan tavırları çocuğa yansıdığından, bu uzlaşımda delinmeler olabilir. Örnek vermek gerekirse, aile içinde çocuğun günde iki saat televizyon izlemesi konusunda uzlaşıldığında taraflardan biri bu süreyi uzatmak isterse, (bu anne, baba ya da çocuk olabilir) bu geleneksel bir kurala dönüşebilir. Çocuğun bu durumdan etkilenme oranı düşüktür. Ancak, hafta sonlarını babası ile geçirip sinemaya giden çocuk, bir hafta sonu sinemaya gitmediğinde daha çok etkilenecektir.

"Uzlaşma", çocuğun hayatında çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir şeyin yerine hır başka şeyin konulmasıdır uzlaşma. Oyun sırasında arkadaşa verilen bir oyuncak, onun oyuncağı ile de oynanabilmesi anlamına gelir. Çizgi film izledikten sonra ödevin yapılması, arkadaşlarla parkta oynadıktan sonra odanın toplanması gibi, her etkinlik, bir diğer etkinliğin gereğidir. Sinemaya istenilen bir filme gitme, daha sonraki günlerde uslu durmayı gerektirir. Çocuklukta edi­nilen uzlaşım yöntemleri, yetişkinlikte de süreceğinden, anne-babaların çok dikkatli olması ve disiplinden ödün vermeden ve karşılık beklemeden verebil­meyi de öğreterek çocuklarıyla uzlaşmaları gerekmektedir.

Uzlaşılamayan noktalar, çocukta strese neden olur. Uzlaşılamayan konular genellikle iletişimin yeterince iyi bir biçimde kurulamadığı ya da gerçekleşti­rilemediği konulardır. Bazı konularda çocukların uzlaşımı da olası değildir, Çünkü çocuk kendi mantık çerçevesi içinde bir uzlaşım yolu ararken, yetişkin de kendi değerlendirmelerine göre uzlaşım yöntemleri önerecektir. Sonuçta stres kaçınılmazdır. Bazı olayların çocuğun stres düzeyini nasıl etkilediği Ek-15 puanlandırılmıştır. Olumlu ya da olumsuz etkilenme söz konusu olduğunda, 100 toplam puandır. Stres dozu 150'ye kadar yükselmiş ise, çocuk gereğinden fazla altında demektir, uyumsuzluk örnekleri gösterebilir. Toplam puanı 150- arasında olanların sürekli bir gözlem altında bulunmaları sağlanmalıdır. 300 un üzerindekiler ise acil tedaviyi gerektirmektedir.

Bütün bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda, çocuk, ailenin diğer üyelerinin davranışlarını değiştirebilen, eylemlerini kısıtlayan ya da özgürleştirebilen sürekli dikkat ve ihtimam isteyen yapısı ile ailenin merkezi konumuna geçmişin bilinçsiz anne babalan yerine, bugün çocuk daha anne karnına düşmeden önce onun gelişim aşamaları hakkında bilgi sahibi olmayı amaçlayan günlerini, haftalarını çocuklu bir ortamdaki yaşam için programlar yaparak geçiren onu önemseyen ve özlemle bekleyen anne babalarını görebilmekteyiz.

Tıptaki takı, psikolojideki ve diğer bilim alanlarındaki yeni gelişmelerden anında haberdar olan anne babanın, çocuğun en küçük bir davranışını bile kaçırmaksızın kaydetmeyi onun yaşamının önemli bir parçası haline getirmeyi de amaçlandıkları gözlenmektedir. Bilimsel ve teknolojik alanda görülen değişiklikler karşısında toplum yapısında ve aile kavramında temel değişiklikler ortaya Çıkmıştır. Aile tipinde ve aile bireylerinin rol dağılımlarında, kimliklerinde ortaya çıkan değişiklikler nedeniyle, ailenin merkezinin de değiştiği konusu dala bir tartışılır olmuştur. Daha önce aile merkezinin kadın mı erkek mi oldukları tartışmaları süredursun, çocuklar ailenin yönetimini ele geçirmiş görünüyorlar. Daha önce hem kültürel etkilerle hem de yaşı gereği susması, dinlemesi, eti ve pasif kalması önerilen çocuk, artık konuşan, üreten ve etken bir duruma gelmiştir. Yönetilen konumundan yöneten konumuna bu geçiş aslında kademe kademe olmuşsa da, toplumun bazı kesimlerinde bunun daha hızlı ve ani gerçekleştiği de görülmektedir.

KAYNAK NİLÜFER PEMBECİOĞLU İLETİŞİM VE ÇOCUK