Çocuk Ve Sözlü İletişim

Çocuk ve iletişim söz konusu olduğunda, çocuğun sözlü iletişimden çok önce , sözsüz bir iletişim ortamı ile karşılaştığı gerçeği ortadadır. Henüz dilsel açıdan bir şey üretemeyen, dili edinip uygun bir biçimde kullanması için oldukça uzun bir zaman dilimini sözsüz iletişim biçiminde geçirmek zorunda kalan çocuk, toplumdaki yerini de edinirken bu sözsüz iletişim basamaklarından geçmek zorundadır. Bir anlamda, kişiliği ve kimliğinin parçalan bu ilk dönemde bir araya gelmeye başlayan çocuk, çevresindekiler ile önce bir duygu bağı içine girer. Bu duygu bağı ile bağlandığı kişilerin başında annesi, babası ve kendisine yakın olan diğer bireyler yer alır. Sözsüz iletişim becerilerin somut ve soyut anlamlar kazanması da bu devrede yer alır. Zamanının büyük bir bölümünü dinlenme etkinliğine ayıran çocuk, aynı zamanda sembolik düzlemdeki kodları saplamayı ve yorumlamayı öğrenmektedir.

Çocuk ve dil ilişkisi söz konusu olduğunda iki ayrı kavram karşımıza çıkmaktadır. Çocuk doğuştan bir dil yapısına sahip değildir. Çevresel şartlar, yakınları ile iletişim kurma gerekliliği ve isteği onu bir dil "edinmeye" zorlar. "Dil edinme ", dil "öğrenmeden farklı bir kavramdır. Bireylerin yaşamlarını sürdürebilmek için. Toplumda ve yakın çevrelerinde kullanılan, kendisine yakın ilk dili, ana dili edindiği, bu dili kendisinin ayrılmaz bir parçası, kimliğinin bir bölümü ve dünyaya bakış açısının temel aracı haline getirdiği görülmektedir.

Daha sonra, istemli ya da istemsiz çalışmalar ya da zorunluluklarla diğer diller eşdeğerde kullanıma geçebilseler bile bireyin sürekli ana dilindeki kavramlarla karşılaştırmalar yaparak kendine kattığı sözcük ve yapılardan Humboldt, (1838) Sapir (1921 ve 1949) ve Whorfun ele aldığı dil içi dünya görüşü açısından insanın düşünme ve dünya yargılama biçimi kendi anadilinin yapısı ve anlatım olanaklarıyla sınırlıdır.

Toplum içinde genelde bakıldığında, çocuğun dil açısından özel bir korumaya yada - ayrıcalıklı bir bakış açısına sahip olması da söz konusu değildir. Toplumda çocukların özel yöntemlerle dili edinmeleri ya da belli konusu değildir. Doğuştan her dili kullanabi­lecek hemen her dildeki tüm sesleri çıkarabilecek denli zengin bir dil edinme yetisi çok daha sonra yalnızca içinde bulunduğu toplu- seslere doğru bir odaklanma görülür. Büyüyen yaş ve gelişen dil becerileri ile sonuçta yalnızca içinde bulunduğu ortamda konuşulan dil sesleri ile kendini kısıtlayan çocuk, zaman içinde duymadığı, kullanmadığı diğer sesleri çıkaramaz hale gelir. Çocukların 12 yaşlarına kadar dili ed 12 yaşından sonra karşılaştıkları dilleri ise yabancı dili olarak öğrendi günümüzde her ne kadar çürütülmüş olsa da, belli bir yaştan sonra başka edinilmesinin ya da öğrenilmesinin güçleştiği genel kanısı sürmektedir, dil yapısı içinde, çocuk, yüz ifadelerini, renkleri, belli bedensel ifade biçimlerini de çevresinde gördüğü biçimde edinir ve yaşamına katar. Çocukların dağarcığının da inanılmaz bir hızla geliştiği bir dönemdir bu. Her ne kadar henüz konuşamasa da normal bir çocuğun 1000 kadar sözcüğü tanıdığı kullanım alanını belirleyebildiği görülmektedir.

Dilin edinilmesi sırasında çocuğun gösterdiği biriciklik ise hemde çevresindekiler açısından çok önemlidir. Toplum içinde, kimi çocukların tek çocuk, kimilerinin çok çocuktan biri, en büyük, en küçük kardeş bol amcalı, yeğenli, çok ya da az sosyal ailelerde olmalarının bir son derece farklı dil yapılarının sergilendiği ortamlara doğmaları söz konusudur. Sonuçta, her çocuk, belli bir süre sonra, içinde yaşadığı toplumun dilini öğrenmektedir ancak, her bir birey dili apayrı bir biçimde öğrenmekte ve son farklı bir biçimde kullanıma geçirmektedir. Örneğin, dağdaki bir çobanın çocuğu dili yalnızca anne-babasından ve zaman zaman karşılaştığı diğer köylülerden öğrenecek, kendi kimliğini geliştirme biçimi ve edindiği dilsel kavramlar çevresindeki dünya ile kısıtlı olacaktır. Bu durumda çocuğun içinde ortam gereği farklı sözcük ve tümce yapılarını daha sık kullanması, ramlara odaklanması dilin yalnızca belli işlevlerini gerçekleştirebilecek kendini geliştirmesi söz konusu olabilir. Onu, kasabada doğup büyüyen 4 çocuklu bir ailenin daha hareketli ve sosyal açıdan daha zengin yaşamı ile karşılaştırdığımızda dili belki pek çok açıdan benzer biçimde ancak daha farklı işlevlerle yüklü olarak kullanabilen bir çocuk tıpı ile karşılaşabiliriz.Eğer kentteki bir çocuğun ya da bir metropolde yaşayan bir çocuğun dil gelişimini" incelecek olursak yapısal, biçimsel, işlevsel ve sözcüksel açıdan daha farklı dil örüntüleri ve kullanım biçimleri ile karşılaşabiliriz. Bu farklı çocuklar, yaşam içinde bir gün karşılaştıklarında, aynı dili konuşsalar bile, dili edinme ve kullan şekilleri farklı olduğundan zaman zaman kavramlarını birbirlerine aktarmak, kendilerini daha iyi ifade edebilmek için daha yoğun bir iletişim kurmak durumunda kalacaklardır. Böyle bir aktarım gerçekleşmediğinde, ya da bu aktarıma toplumsal, ekonomik statülerin farklılığı nedeniyle izin verilmediğinde sorunlar çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Her ailenin ekonomik, sosyal ve eğitim düzeyi farklı tür farklılıklar genelde dile de yansıdığından, her çocuğun dil edinim süreci içinde çevresinde duyduğu sözcük ve tümce yapıları büyük bir çeşitlilik gösterebilmektedir. Ancak, çocukların çevrelerinde konuşulanları taklit etmeleri onlara verilen dil örnekleri içinden dilin kendine özgü sistemini kavrayarak dili

oldukça özgün bir biçimde edindikleri bilinmektedir. Piaget, bilişsel gelişmeyi insan organizmasının merkezi kabul ederek, çocuğun dil gelişimini onun dünyaya ilişkin öğrendiklerine bağlamaktadır. Çocuğun düşünme işlemleri onun ilk dil edinim sürecine dayanır. Sonuçta her birey, diğer tüm bireylerden farklı, bambaşka ve biricik bir dil edinim deneyimi yaşamakta ve sonuçta aynı dil sis­lim edinmekledir. Bu dil edinim ortamında, hiçbir çocuk diğer bir başka çocukla eş şartlara sahip olamadığından, diğerleri ile aynı ya da benzer bir yolu izleyerek dili edinmesi de olanakları değildir. Slobin'e göre çocuğun anlamlı öğrenmesi onun bilişsel gelişmesine bağlıdır, gelişim sırası yapısal karmaşıklıktan çok anlamsal karmaşıklığa göre belirlenir.

Toplumların farklı dilleri bir arada konuştuğu ve kullandığı durumlar söz konusu olduğunda, çocukların dil edinim süreçlerinin daha uzun bir zaman aldığı saptanmıştır. Böyle durumlarda, genelde çocukların birden fazla dil edindiklerinin farkına varmadıkları da gözlenmiştir. Çocuk, karışık sistemli böyle bir ortamda, dil kavramını tam olarak oluşturmadığı için, yalnızca çevresinde kullanılan ses ve kavramlara odaklanarak kendini en iyi ifade biçimlerini geliştirmeye çalışmak durumunda kalmaktadır. Hatta iki dilli ailelerde ve toplumlarda, çocuğun çevresindekilerle iletişim kurmak için uygun dili kullanma eğilimi de bilinçsiz olarak ortaya çıkan bir görüntü sergilemektedir.

Demircan, iki dilliliğin günümüzde halen yeterince net tanımlanamadığını dile getirmekte. Kimilerine göre ikinci dildeki (dinleme, konuşma, okuma, yazma dil becerilerinden birini en alt düzeyde kullanabilen kişi, kimilerine göre ise iki ayrı dili, dil işlemleri arasında herhangi bir girişim, karıştırma olmaksızın kullanılabilen kişi iki dilli sayılmaktadır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan da daha çok dili anadili ölçüsünde kullanabilen kişiyi iki dilli

Sayılmaktadır. Bir başka tanımda ise öğrenme yaşma göre ikinci dilin anadille ard arda erken ya da geç edinilmesi "andaş iki-dillilik" adını alır. Bu durumda önce ortak olan kurallar öğrenilmekte, sonra her bir dilin özel kurallarına geçilebilmektedir.

Yurt dışında yapılan araştırma ve çalışmalarda, örneğin, annesi İngilizce, babası fransızca konuşan bir çocuk, ev ortamı içinde her iki dille de yakın olduğundan her iki dili bir anda anadili olarak edinebilmekte, hatta, ev dışında başka dil varsa, bunu da yabancı dil olarak öğrenmektedir. Bu gibi durumlarda Çocuğun bilinçli ya da bilinçsiz olarak anne ile İngilizce, baba ile Fransızca konuşmaya eğilimi olduğu saptanmıştır. Ancak, bu eğilim, daha sonra aile içi diğer eylemlerin paylaşılması konusundaki eylemlerden farklı değildir. Örneğin erkek Çocuk baba ile futbol oynamayı, anne ile yürüyüşü yeğlerken baba ile reim yapmayı, anne ile alışverişi yeğlemesi gibi.

Yakın iletişim içinde olan bireylerin birlikte yapacakları eylemleri planlamaları yada çok detaylı planlamadan birlikte gerçekleştirme eğilimi duymaları günümüz iletişim planlamacılarının üzerinde durdukları, araştırmalar yaptıkları, konulardan biridir. Özellikle aile içinde kendiliğinden ortaya çıkan bu tür eğilimlerin nedenlerini ve sonuçlarını araştırırken, ailenin yaşayan bir sistem olarak görülmesi ve bu sistemin yaşamsal niteliklerinin belirlenmesi, bu sistem içinde bireylerin üstlendikleri rollerin ve bu rol dağılımının kurallarının ortaya koyulması gerekmektedir. Rol dağılımları kadın erkek, kız çocuk-erkek çocuk, çocuk, ikinci çocuk, küçük çocuk gibi temel farklılıklara dayandırılabilirken ilerleyen yaşlar ve daha da belirlenen yetenekler, seçimler ve boş zaman değerlendirme alışkanlıkları gibi nedenlerle de farklılıklar gösterebilmektedir.

Çocuğun sözlü iletişime geçtiği ilk günlerden başlayarak oluşturduğu kendisini biçimlendirme çabaları onun sözlü iletişim aşamalarında benimsediği rolleri ve iletişime bakış açısını da beraberinde getirmektedir. Demircan gelişimi şöyle özetler: "Birinci yaşın sonuna doğru, ya da en geç yirmi birinci aydan sonra, konuşma başlar. Bu geçişin en belirgin özelliği çocuğun çıkardığı seslerin sayısındaki azalmadır. Kimi sesler kullanımdan düşerken, yavaş yavaş anadilin sesleri eklenir. Tek sözcükten oluşan tümceler 18 aydan sonra iki, üç sözcük uzunluğuna erişir ve eksiltili tümcelerle etkileşim Üç yaşından sonra çocuk inanılmaz ölçüde dilsel davranışı anlayabilir ve sürekli konuşur. Okul yaşına geldiğinde artık neyin söyleneceğini, neyin söylenmeyeceğini ve dilin işlevlerini öğrenmiştir."

Genellikle ortaya çıkmaya başlayan bireysel özellikler çocuğun iletişime başladığı bu ilk devrede bile yeterince iyi bakan gözler tarafından görülebilir. İçine kapanık bir çocuk, kavgacı bir çocuk, itaatkâr ve dik başlı çocuklar seçtikleri benimsedikleri ve biçimlendirdikleri iletişim biçimleri ile kendilerini ortaya koymaktadırlar. Kendine göre uzunca bir dönem yalnızca alıcı konumunda kalan çocuk, gönderici olma işlevine çok sıkı bir biçimde hazırlanmaktadır. Demircan, çocuğun birkaç yıl içinde nasıl olup da bilisel olarak açık anlaşılabilir, toplum kültürü bakımından uygun olan bileşik-karmaşık anlayabildiği, bunları üretmesini öğrenebildiği ruhbilim ve dilbilim okullarınca ayrı biçimlerde yorumlandığını ifade eder. İletişim ortamına katılmaya başlaması ile birlikte, hem yaşam deneyimi olarak edindiklerini, duygu ve düşüncellerini karşısındakilere aktarmayı hem de bu aktarım sırasında onların katılımları ile oluşan iletişim ortamından kendilerine bir pay çıkararak, kendilerini yeniden biçimlendirmeyi amaçlamakta ve gerçekleştirebilmektedir. Büyüklerin konuşmasını kestiği ya da yerli yersiz konuşmalara katıldığı için çocuklar, söz sırasının kendilerine gelmesini sabırla beklerler. Çoğu konuşmalarda bile kendilerine söz hakkı tanınmayan çocuklar, konuştuklarında ya da haklı olduklarında inandıkları konulardaki görüşlerini dile getirdiklerinde "Ukalalık etme!" diye susturulabilmektedirler.

Çocuk, dil edinimi süresince dil ile ilgili bilgilerini aşağı yukarı her 3 ay­da bir yeniden gözden geçirip yeni dil düzeyine uygun katmanlar oluşturmakta­dır Bu dil katmanları üst üste yığılarak sonuçta yetişkin düzeyine uygun bir dil düzeyine eriştiğinde, bireyin dil gelişimi de tamamlanmış olmaktadır. Ancak, bu yapılanma sırasında, her bireyin çevresel etmenler nedeni ile almış olduğu dil girdileri birbirinden oldukça farklı olduğundan, gerek sözcük düzeyinde, gerekse sesletim, öbeklenim ve tümce yapısı düzeyinde oldukça büyük farklılık­lar ortaya çıkabilmektedir. Sonuçta, her bireyin dili diğer bütün bireylerden farklı bir biçimde edindiği, farklı iletilerden çıkarsadığı kurallar çerçevesinde kullanıma soktuğu gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Çocuğun dili edinmesi, onu zihninde dünyaya bakmanın ve yorumlamanın temel biçimi olarak yerleştirmesi oldukça geniş bir zaman dilimine yayılmaktadır.

Yetke ile konuşabilecekleri konuların azlığından dolayı çocuklar genel­likle konuşmalarını soru - yanıt biçiminde sürdürmeyi yeğlerler. Çoğu kez de tek yanlı duygu ve düşüncelerini dile getirmeyi seçerler, kendilerini ifade edebi­lecekleri ortamlar yaratmaya çalışırlar. Bu aşamada uygulanan iletişim stratejile­rinden biri de konuyu olabildiğince kendilerinin seçmeleri, sözü döndürüp dolaştı­rıp kendilerini merkez hissedebilecekleri bir konuya getirebilmeleridir. Kimi kez tonu çok doğrudan gerçekleştirebildikleri gibi, kimi kez de inanılmaz mantık bağları ile yetişkin konuşmalarını istedikleri konuya çekebildikleri görülmektedir. Bu aşamadaki zorluklar, yalnızca iletişime katılabilmekle sınırlı değildir. İletişime katılabilme ile iletişimde kalabilme ve bu süreci olabildiğince uzatabilme de gündeme gelmektedir. Bunun ötesinde seçilen, konu, sözcük ve tümce yapıları da Çocukların kendi dilsel ve mantıksal gelişimlerine paralel olmak durumundadır.

Daha sonraları gelişen empati kavramı ile çocukların, kendilerini başkalarının yerine koymaları, bu durumda da gerçekten acı çeken, mutlu olan ya da karşısındakine duygular hissedebilen bireyler olma yolunda çok hızlı bir biçimde ilerledikleri görülmektedir. Sözlü iletişime geçmesi ile birlikte çocuk, toplumda birey olarak varlığını göstermeye ve kabul ettirmeye başlar.