Doğal Şeyler İnsana Zarar Vermez Mi?

Günümüzün en büyük aldatmaca ya da balonlarından biri “doğal” ilaçların vücuda zarar vermediği yalanıdır. Bütün dünyada “bitkisel” ya da “doğal” ilaçlar büyük bir pazar oluşturmakta ve bu sektörde çok büyük paralar dönmektedir. Dolayısıyla bu sektöre, ilaç pazarına karşı çıkan ve doğal yaşamı destekleyen insanların tamamen masum bir girişimi olarak bakılamaz. İlaç sektörü neyse bitkisel ilaç sektörü de benzer ekonomik güdülerle çalışır. Bitkisel ilaçlara ve otlara halk arasında gerek hastalıkların tedavisi gerekse sağlıklarını koruma amacıyla büyük bir rağbet vardır.

Eczanelerde satılan ilaçlar, Türkiye’de Sağlık Bakanlığının, yurt dışında ise eşdeğer kuruluşların denetiminde ruhsatlandırılır. Bir madde ilaç olarak piyasaya sürülene kadar ortalama 5-10 yıllık bir araştırma sürecinden geçer. Kobaylar üzerinde defalarca denendikten sonra gönüllü insanlar üzerinde yan etkileri test edilir ve yararlı olduğuna karar verilebilmesi için plasebo kontrollü araştırmalar yapılır. Yani aynı hastalığa sahip örneğin 100 kişiye aktif madde içeren ilaç verilirken aynı sayıdaki bir başka gruba o ilaçla tamamen aynı görünümde ama aktif madde içermeyen “plasebo” tabir edilen tabletler verilir.

Hem hastalar, hem de onların durumunu belli aralıklarla değerlendir en araştırmacılar hangi kişinin hangisini (aktif ilaç ya da plasebo) kullandığından habersizdir. Böylece sırf ilaç alıyor olmaktan dolayı yaşanan etki (plasebo etkisi) ekarte edilmiş olur. Araştırmaya doğrudan etki etmeyen şahıslar tamamen rastgele bir şekilde hangi kişinin ilaç ya da plasebo alacağına karar verir ve hastaların değerlendirilmesine hiçbir şekilde karışmazlar.

Belli bir sürenin sonunda eğer aktif ilaç alan grup, plasebo alan gruba göre çok anlamlı bir şekilde daha fazla iyileşme gösterirse o ilacın etkili olduğuna karar verilir. Söz gelimi aktif ilaç kullananların %70’i düzelirken, plasebo kullananların %30’u iyileşir. Eğer iki gruptaki iyileşme yüzdeleri birbirine yakınsa ilacın etkisi olmadığına karar verilir.


Bir ilacın piyasaya sürülmesinden önce onun etkili olduğunu gösteren farklı ortamlarda ve farklı kişiler üzerinde gerçekleştir ilmiş birbirinden bağımsız en az 3 tane gen iş katılımlı araştırmanın olumlu sonuç vermesi gerekir. Bir ilaç piyasaya çıktıktan sonra da etki ve yan etkileri üzerindeki tak ip ve kontroller devam eder. Bitkisel ilaçlar ise bu süreçlerin hiçbirisinden geçmeden, tamamen “kerameti kendinden menkul” bir şekilde piyasaya sürülürler. Çünkü Sağlık Bakanlığı’nın değil Tarım ve Köy İşl eri Bakanlığı’nın denetimine tabidirler. Dol ayısıyla sebze ve meyve ile aynı kategoride izin alırlar. Bunların etkisinin plasebodan ne kadar fazla olduğu her zaman meçhul kalmaktadır. Piyasaya çıkmadan önce yan etki araştırmaları yapılmadığı için olabilecek kötü sonuçlar çok sonradan anlaşılmaktadır. Bunun yakın geçmişteki örneği “Lida” isimli ilaçtır.

Çin’de kilo vermek için yüzyıllardır güvenle kullanıldığı iddiası ile piyasaya sürülen ve tamamen bitkisel olan bu ilacın birçok kişide böbrek yetmezliğine neden olması nedeniyle sonradan piyasadan çekilmiştir. Fabrikalarda üretilen ilaçlar da genellikle doğada olan bir maddenin ya da molekülün laboratuar ortamında sentezlenmesiyle oluşmaktadır. Dolayısıyla diğerleri doğal, bunlar ise doğa dışıdır gibi bir ayrım mantıksızdır. Bitkilerin içindeki maddeler de kimyasal bir yapıya sahiptir. Bu maddeler, ilaçların içinde yoğunlaştırılmış şekilde bulunmaktadır.

Örneğin aynı miktardaki vitamini almak için 10 kilo bitki yemek yerine ihtiyaç halinde bir tek tablet ile aynı miktarda vitamin alınabilir. Ayrıca ilaç haline getirilen bitkiler artık doğ al değildir. Çünkü bazı işlemlerden geçiril erek kapsül ya da tablet haline getirilirler. Bu durumda fabrikalarda üretilen ilaçlarda olduğu gibi bazı ek maddeler de içermek zor undadırlar. Dolayısıyla örneğin sarımsak yemekle sarımsak tableti almak aynı şey değ ildir. Oysa bu ilaçların reklamı yapılırken soframızda yediğimiz bir sebze ile aynı şeymiş gibi lanse edilmektedirler.
Doğal ve bitkisel olan şeylerin zararsız olduğunu zannedenler esrar ve tütün gibi çeşitli bağımlılık yapıcı maddeleri göz ardı etmektedirler. Zehirli mantarlar da insanın hayatına son verebilir. Dolayısıyla doğadan çık an her şey masum ve zararsızdır gibi bir anlayış temelsizdir.


Gerekmedikçe ilaç almak ya da ufak sebeplerden ciddi yan etkileri olabilecek ilaçları kontrolsüz bir şekilde kullanmak sağlıksız bir davranıştır. Örneğin soğuk algınlığı için kendi aklına göre ya da eczacı kalfası tavsiyesi ile antibiyotik alıp kullananlar vücudundaki mikroplan gereksiz yere antibiyotiklere bağışıklı hale getirirler ve daha sonra ciddi bir enfeksiyon yaşadıklarında antibiyotikten fayda göremezler. Ya da sağlıklı yaşam uğruna bazı ilaçları gereksiz yere kullananlar karaciğer ya da böbreklerinde harabiyete neden olabilirler. Diğer yandan gerekli olan durumlarda sırf yan etkilerinden dolayı ilaç kullanmamak makul ve mantıklı bir tutum değildir. Zira ilaç tedavisine karar verilirken kar ve zarar hesabı yap ılır. Her ilacın bazı yan etkileri olabilir. Ancak elde edilecek fayda, muhtemel yan etkilerden çok daha fazla ise ilaç kullanmaya karar verilir. Hastalık ya da problem ne kadar büyük ise göze alınan yan etkilerde o kadar fazla olabilir. Örneğin kanser ilaçlarının çok ağır yan etkileri vardır. Ve ancak kanser gibi ölümcül bir durumda kullanılabilirler.

Çoğu ilacın yan etkisi ise oldukça hafif ve geçicidir. Bu yan etkilerden kaçarken çok daha önemli olan mevcut problemin çözümü engellenmiş olur. Hayatta her şey kar zarar hesabıyla yapılır. Örneğin ilaçlarda olduğu gibi otomobillere de prospektüs koyma mecburiyeti olsaydı, o prospektüste her gün araca binen yüzlerce insanın öldüğü ya da yaralandığı yazacaktı. Bunu okuyup arabaya binmemek ve trafiğe çıkmamak gibi bir şey düşünülemezdi. Mecburen her gün trafiğe çıktığımız gibi sağlığınız gereği ilaç alırken de bazı riskleri göze alırız. Ve bu riskler trafiğe çıktığımızda aldığımız riskler e göre çok daha seyrek ve hafiftir. Birçok insan kronik ve tekrarlayıcı hastalıklar için ilaç kullanma mecburiyetinde kalmaktadır. Guatr, diyabet, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkları gibi pek çok problem ömür boyu ilaç kullanmayı gerektirir. Bu gibi sebeplerle sürekli ilaç kullanmak ilaca bağımlı olmak anlamına gelmez. Çünkü bir maddeye bağımlılıktan söz edebilmemiz için o maddeyi kullanmanın kişiye zarar vermesi ve buna rağmen kişinin o maddeyi kullanmayı bırakamaması gerekir.

Örneğin alkol bağımlısının, alkol almaktan dolayı sosyal ve mesleki hayatımda sorunlar vardır. Oysa tansiyon ilacı almaktan dolayı sorun yaşanmaz ya da olabilecek yan etkiler yüksek tansiyonun neden olduğu olumsuzluklara göre ihmal edilebilir düzeyde kalır. İlaç bırakıldığı zaman şikâyetlerin tekrar ortaya çıkması ise ilacın kabahati değildir. Dolayısıyla böyle bir hastalığı olan kişinin bu ilaçlan kullanmaktan şikâyet etmek yerine bu ilaçların varlığına sevinmeleri gerekir. Örneğin tiroid bezi yavaş çalışan bir çocuk 100 yıl önce yaşasaydı zekâ özürlü, hantal ve birçok sağlık sorunları yaşayan bir kişi olacak ve uzun süre yaşayamayacaktı. Oysa bugün günde bir tane hap almakla bu hastalığın bütün belirtileri engellenebilmektedir. İlaç tedavileri hala ideal düzeyde değildir. Muhtemelen bundan 100 yıl sonra bugünkü ilaç tedavileri tamamen demode olacak. Hastalıkların genetik temelleri üzerine etkili ilaçlar üretilecek. Ancak o zamana kadar elimizdeki imkânlardan uygun şekilde yararlanmak gereklidir. Uygun durumda (endikasyon) uygun ilaç, hekim kontrolünde, uygun dozda ve sürede kullanılmalıdır. Her ilacın herkeste etkili olmayabileceği ve farklı yan etkilere neden olabileceği hatırlan arak kişinin bünyesine uygun ilacın bazen birkaç denemeden sonra bulunabileceği bilinmelidir.


Birçok hastalığın oluşumunda ya da tedavisinde yaşam stili ve beslenme alışkanlıklarının önemli rolü vardır. İlaç tedavilerinin yanında her hastanın uygun şekilde beslenmesi ya da diyet yapması, ayrıca birçok hastalıkta uygun şekilde düzenli egzersiz yapılması yararlıdır.

Prof. Dr. İlhan YARGIÇ / Psikiyatrist
İstanbul Üniversitesi İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi