Histeriden Posttravmatik Stres Bozukluğuna

Histeri” tarih içinde gerek anlamı, gerekse tanımında olan değişikliklerle hep ilgi çeken bir hastalık olmuştur. Tablonun gürültülü hali ve hastalığın seyrindeki hızlı dönüşümler, doktorlar kadar hasta yakınlarının da hastalığa ilgisini artırmıştır. Histeri belirtilerini gösteren kişilere “histerik” denmiştir. Histeri Yunanca rahim (uterus yani dölyatağı) anlamına gelmektedir.

Bu kavram ilk defa Hipokrat tarafından ortaya atılmış ve kadınlarda daha çok meydana geldiği için “döl yatağı ile ilgili değişimlerle paralel seyreden bazı ruhsal ve fiziksel belirtilerle giden hastalıklı durum” anlamında kullanılmıştır.
Histeride bellek, bilinç, zeka, hareket ve algı bozuklukları çok çeşitlidir. Kişi, yaşadığı olaylara ilişkin olarak yarım hatırlama (amnezi) veya kimliğini unutma, evden veya işten ayrılıp bilinçsiz olarak dolaşma (füg), kaslarda paralizi (felç), kısmen yürüyememe, tremor (titreme), konuşamama (disfoni), hareket bozukluğu, deride duyu kaybı veya körlük, sağırlık gibi algı
bozuklukları belirtileri gösterebilir.

Genellikle yaşanılan sıkıntı verici bir veya bir dizi yaşam olayının ardından gelen bir durumdur. Taciz, tecavüz, dayak yeme, kötü muamele ya da doğal afetler gibi sorunların ardından ortaya çıkan tabloya, daha çok kadınlarda tanımlandığı için histeri adı verildi, ancak daha sonra süreç erkeklerde de tespit edildi. Böylece “histeri” isimlendirmesi, tarihsel anlamının dışında bir yere taşınmış oldu.

Dikkat çekme isteği, canlılık, egoistlik, bağımlılık ve aşırı duygusal tepki eğilimi olanlar “Histerik tipler” olarak adlandırıldı. Bunlar, yaşadıkları kötü yaşam deneyimlerinden sonra hayatlarını olumsuz etkileyen durumlarla ve birçok yeni duygularla tanışır, dikkat çekme istekleri yüzünden abartılı hallere ve görünümlere bürünürler. Yaşanılan olumsuz yaşam deneyimi yüzünden ya küntleşme ve depressif (çökkün) duygu durumlar gibi nahoş duygular hissetmeye ya da o yaşam deneyimini tekrar yaşama riskinden kaçınma reaksiyonları göstermeye başlarlar.

Modern psikiyatri, insanın yaşadığı travmatik olayları ve neticesinde ortaya çıkan belirtileri son yüz yıl içerisinde gelişen bir süreçte tanımlamaya çalıştı. 19. yüzyılın sonuna doğru travmatik yaşam olaylarına aitaraştırmalar arttı ve yüzyıllardır travma mağduru kişilerin yaşadıkları, saçma sapan tepkiler olarak değerlendiriliyorken, psikiyatristler tarafından histeri başlığı altında incelenmeye ve tanımlanmaya başladı.

Charcot’un çalışmaları
Tecavüz gibi travmatik hadiseler ardından ortaya çıktığı kabul edilen, çocukluk çağı cinsel travmaları, 19. yüzyıl sonlarında Fransa’da Jean Martin Charcot tarafından incelenmeye ve bulguları ile birlikte ortaya konulmaya başladı. Charcot, Fransa’da modern bilimin bir tapınak haline getirdiği kliniği Salpetriere’e başvuran, aralıksız şiddet, tecavüz ve sömürü yaşayan hastalar üzerinde yaptığı çalışma ile bu tür travmatik yaşantıların neticesi olarak ortaya çıkan belirtileri bilim dünyasına sundu.

Charcot yukarıda bahsettiğimiz tabloya “Büyük Nevroz” adım vermişti. Böylece, eskiden büyük nevroz yaşayan hastalar, sokak hekimlerine, halk şifacılarının eline terk edilip küçümsenirken, artık hasta olarak kabul ediliyor ve tedavi edilmeye çalışılıyordu. Charcot, bu hastalarda ortaya çıkan nörolojik hasan andıran duyu kayıpları, hareket felçleri ve konvulsiyonlar (kasılmalar) ve unutma üzerine odaklandı. Bu belirtilerin yapay olarak tetiklenebileceği ve hipnoz kullanılarak düzeltilebileceğini gösterdi. A

ncak Charcot bu hastaların belirtilerine ne kadar özenle yaklaşsa da, iç dünyalarında olup bitenlerden uzaktı. Durumu tanımlamıştı ama nedenleri ve psikolojik tedavisi üzerinde çok fazla durmamıştı. Charcot’un takipçileri bu tür histerik nöbetlerin sebeplerini keşfetmek ve iyileştirmek üzerine çalıştılar. Janet ve Freud arasında bu konu üzerinde ciddi rekabet yaşandı. Her ikisi de sorunu çözen ilk kişi olmak istiyordu.
Bu nedenle ciddi gözlemler yapmaya başladılar. Kişileri sadece gözlemlemek değil, onlarla konuşmak gerektiğini de düşündüler. Hastaları bir saati bulan seanslarda dinlediler ve değerlendirdiler. Bu dönemdeki yaka çalışmaları, günlük görüşme seansları ile hasta ve doktor arasındaki işbirliğini geliştirdi. Bu araştırmalar 19. yüzyılın sonuna doğru histerinin kökenine yönelik benzer formülasyonların bulunmasıyla sonuçlandı; “Histeri psikolojik travmanın neden olduğu bir durum olarak tanımlandı.

Travmatik olayların ortaya çıkardığı dayanılmaz duygusal reaksiyonlar, değişmiş bir bilinç durumu yaratıyordu. Bu sırası gelince histerik belirtileri ortaya çıkarıyordu. Hem Janet hem de Freud histerinin bedensel belirtilerinin hafızadan çıkarılmış yoğun acı veren olayların kılık değiştirmiş temsillerine işaret ettiğini kabul etti. 1890’lann ortalarına kadar bu araştırmacılar eşlik eden yoğun duyguların yanı sıra travmatik anıların iyileştirildiğini ve kelimeye döküldüğü zaman, histerik semptomların (belirtilerin)
hafifletilebileceğini keşfetti. Bu tedavi modern psikoterapinin temeli haline geldi. Janet bu yönteme “psikolojik analiz” dedi. Breuer ve Freud ise içini dökmeye “Katharsis” adım verdi. Daha sonra Freud buna psiko-analiz adım verdi. Bruer’in bir hastası ise buna çok daha anlamlı bir isim verdi ve bu
tedaviye “konuşma tedavisi” dedi.”

Vietnam’dan sonra Amerikan psikiyatrisini etkileyen gelişmeler
Zamanla histen unutulan bir tam haline geldi. Yoğun savaş deneyimleri, 2. Dünya Savaşı ve özellikle Amerika’nın Vietnam deneyimi, travma sonrası ortaya çıkan ruhsal sorunlar ile tekrar gündeme geldi. Vietnam gazilerinin savaş sonrası yaşadıklarını konu alan filmler Hollywood gündemini belirledi. Bu süreçte, savaştan dönmüş askerlerin sosyal uyumu ve ruh sağlığı sorunları Amerikan psikiyatrisini meşgul etmeye başladı. Yaşamları kaygı ve kaçınma belirtilerinin, geçmiş yıllarda kadınlarda olduğu varsayılan histeri hastalığının benzeri bir durum olduğu ortaya kondu. Ayrıca o yıllara denk gelen kadın özgürleşme hareketleri de taciz, tecavüz ya da kadına yönelik fiziksel şiddetin sonuçlarının tespitine ve psikiyatri biliminin konuyla ilgilenmesine yardımcı oldu.

Özellikle son 25 yılda Türkiye’de de Psikiyatri Bilimi travmatik yaşam olayları ile ilgilenmeye başladı. 1999 depremi sonrası, doğal afetlerin ortaya çıkardığı Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanılanmaya, araştırılmaya ve tedavi edilmeye başlandı. Yapılan değişik araştırmalar doğal afetlerin insan ruh sağlığı üzerine etkisini ve tedavi sürecini ortaya koydu. Marmara Depremi son 50 yılda, bu coğrafyada yaşayan insanların gördüğü en büyük doğal afet olmuştur. Resmi kayıtlara göre yirmi bin, gayri resmi söylemlere göre ise bunun birkaç katı insan ölmüştür. Yıkılan binalar, değişen hayatlar ve yeni baştan kurulmaya çalışılan düzen sırasında ciddi sorunlar yaşanmış tır.

Üstelik yaşanan büyük travmanın etkisi ile sarsıntı süreci bir süre daha devam etmiş, geçen 11 yılda depremin oluşturduğu ruh sağlığı sorunları birçok insan için hala sarılamamıştır bile... Birçoğumuz, temel güven duygusunu temelinden sarsan depremden sonra, hala ruhen sallanıyor.

Yaşanılan deprem travması, tam da hastalığın doğasına uygun bir şekilde aniden başlayan ve kurbanlarını çaresiz bırakan, kişiyi bedenen ve ruhen etkileyen bir süreçtir. Kişi yaşadığı çaresizlik haliyle tekrar karşılaşma endişesi sonucunda uyarılarak, her an sallanıyormuş gibi hissetmeye başlar. Ve depremi yaşadığı mekanlardan ya da onu andıran yerlerden kaçınmaya başlar. Ya tekrar olursa endişesi günlük yaşamım olumsuz etkiler.

Deprem, sel gibi doğal afetlerden sonra, savaş, katliam, tecavüze uğrama, trafik kazası geçirme gibi kişiyi bedenen ve ruhen aciz bırakan travmatik durumlardan sonra durumla alakalı olarak iç sıkıntısı olayı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi olma (flash back), öznel bir uyuşukluk, dalıp gitmeler, çevrede olup bitenlerin farkında olmada azalma, kendisinde veya çevresindekilerin gerçekliğinde değişim varmış gibi hissetme belirtileri ortaya çıkabilir. Yaşadığı travma ile alakalı seslerden, görüntülerden veya hatırlatacak her şeyden kaçınma ile karakterize bir durum söz konusudur.

Sürekli olayı hayalinde canlandırma, bazen de onu tekrar yaşıyormuş gibi olma söz konusu olabilir ve kişi bundan oldukça fazla etkilenir. Bu durumda kişinin günlük işlevselliğine dönmesi uzayabilir. Hastalık belirtileri yaşanan travmadan hemen sonra veya birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Hatta ana travmatik olaydan yıllar sonra yaşanan bir travma, hastalığı tetikleyebilir. Ortaya çıkış süresine göre “akut stres reaksiyonu” veya “posttravmatik stres reaksiyonu” olarak isimlendirilir.

Geçmişte bu tür olaylardan sonra ortaya çıkan tabloya “histeri” denirdi. İsmi ne olursa olsun ruhsal, bedensel ya da cinsel travmalardan sonra ortaya çıkabilecek, mevcut travma ile alakalı sıkıntı ifadeleri ile süre giden bu durumu iyi tanımak gerekir. Sıkıntıyı gidermek geçici bir çözümdür ve gereklidir. Uzun vadeli olarak hayatı etkilememesi için üzerinde ehemmiyetle durulması gereken bir durum olduğu unutulmamalıdır.

Not: Bu yazı Judit Herhman ‘m Travma ve İyileşme kitabı ile 1999-2002yılları arasında İstanbul, Avcılar’da yaptığımız deprem çalışmalarının deneyimlerinden istifade edilerek yazılmıştır.