İlişkilendirme Agnozisi

"Ben yaşlanmadım. Kendimi seninle aynı yaşta görüyorum. Sadece merdivenleri senden daha yavaş çıkıyorum. O kadar. Benim bedenim yaşlandı, ruhum değil. Ruhun yaşı yoktur." dedi muhatabım. Çok hoşuma gitmişti son cümlesi; "Ruhun yaşı yoktur"

Gerçekten öyle midir? Ruhun yaşı var mıdır? Yok mudur? Bilmiyorum. Ancak yaşlanma olgusu üzerine söylenecek şeylerin bu çerçevenin dışında tutulması gerektiği kanaatindeyim. Şöyle ki yaşlanmak yoruma açık bir kavram değildir, istem (irade) dışıdır, bir süreç ifade eder, herkes tarafından kabul edilir ve sonunda "Herkes yaşlanır". İstediğimiz kadar bu gerçekten kaçalım, sonuç değişmeyecek.

Yaşlanmanın en önemli emarelerinden birisi yaşın ilerlemesine paralel olarak fiziksel şikâyetlerin artış göstermesidir.

Bu fiziksel değişimlere zihinsel değişimler de eşlik etmeye başladığında kişi korkularının esiri olarak yaşlanma psikolojisi ile baş başa bulabilir kendini. Bu psikolojiden uzaklaşmak isteyen insanoğlu önce ölümü hayatın dışına itti, sonra mezarlıkları şehrin dışına. Görmezden gelmek, hayata tutunmanın bir biçimi haline gelmişti artık. Genç kalmak için sergilen pek çok çabanın altında bu yatıyor olsa gerek. Onun içindir ki daha genç, daha güzel, daha yakışıklı görünmek için insanlar büyük bir mücadele veriyorlar. Ben hiç bu güne kadar daha yaşlı, daha olgun görünmek için çabalayan birisini görmedim. "Her yaşın güzelliği ayrıdır," gibi bir klişe ile devam etmek niyetinde değilim ancak ne yaparsak yapalım bu "yaşlanmak olgusunu" değiştirmiyor ve beden her gün yeni yaşma doğru ağır ve emin adımlarla ilerliyor.

Bedenen yaşlanan ama yaşlandığı gerçeğini kabul etmeyen insanların hali bana ilişkilendirme agnozisi'ni (associative agnosia) hatırlattı. Bu agnozi türünde kişi herhangi bir duyu organı kaybı, herhangi bir kusuru bulunmamasına rağmen tanıma yetisini kaybeder. Kişiler her şeyi görürler ama tanıyamazlar. Modern toplumların ve kapitalist sistemlerin sunduğu dünyevi lezzetler günümüz insanının ölüm ve yaşam algısı arasına keskin bir çizgi çekti. Onun içindir ki bedenen yaşlandığı gerçeğiyle yüzleşmek ' İstemeyen insan genç kalmak için her türlü çareye başvurmakta yaşlanmayı ne tanımakta ne de hatırlamakta artık.

Yaşamı bir sevgi nesnesi haline getirerek libidosunu harekete geçiren kişi, o evrede asılı kalmak için tüm çabayı gösteriyor. Hollandalı sosyolog Cornelis Anton Zijderveld modern bireyin dünya algısı ile İlgili olarak "Modern birey, eşit olmayan gelir düzeyleri, farklı sağlık olanakları, farklı statü ve güç ortamında kendisinin gerçek yerinin ne olduğunu merak etmektedir. Dünya ona sisli ve bulanık gözükmektedir," diyor. Bu sis bulutunun içinden çıkmak ve dünyaya tutunmak istiyor insan. Ancak hiç de başarılı sayılmaz bu konuda. "Sabah olsun artık" bekleyişi bir vuslata işaret ediyorsa keyif verir, ancak hicrana davet ediyorsa gelsin istemezseniz artık o ir vuslata işaret ediyorsa keyif verir, ancak hicrana davet ediyorsa gelsin istemezsiniz artık o sabah. Onun içindir ki yaşlandıkça hayata tutunma isteği daha da artıyor insanın.

Mevlana, "Gönül isteyince el, parmaklarıyla hesap yapar," diyor. Hal böyle ise beden ruhun tahakkümündedir. Bu misale göre aslında "isteyenin" beden değil de ruh olduğunu söylersek bir yanılgı içerisinde olmayız. Ancak ruhun da bedene hükmü bir yere kadar geçiyor demek ki..

Bana inanmıyorsanız bir de aynaya bakın. Bakın bakalım orada ne görüyorsunuz? Ruh mu? Beden mi? Saçınız ağarmaya başladıysa ruhunuz da ağarmaya başlamış demektir.

Volkan KUMAŞ / Psikolog