İzlenen Filmin Çocuğa Uygunluğu

İzleyici çocuk söz konusu olduğunda, kimi zaman algısal, duygusal, kimi zaman da eğitsel, düşünsel, kültürel ve etik olarak filmin çocuğa uygunlusu söz konusu olmaktadır. En basit anne baba engellemelerinden, yasal denetlemeler ve sansüre dek uzanan bu uygunluk belirleme biçimleri, çocuğun neyi izlemeyi neyi izleyemeyeceğine önceden karar vererek, onu, filmin olası kötü etkilerin den korumayı amaçlar. Bu denetimlerin düzenli ve sistemli yapılabildiği durumlarda, çocukların yalnızca kendileri için yetişkinler tarafından seçilmiş bir dizi filmi izleme olanağı vardır. Çocukların dünyasına uygunlukları tartışılan ya da kesinlikle uygun olmadığı düşünülen filmler, ya çocuğun anne babası ile ya da ancak belli bir yaştan sonra izleyebileceği filmler olarak sınıflanır.

Özellikle anadil edinimi ve kullanımı açısından bakıldığında, çocukların yoğunlukla seçtiği izleneceklerde ölçüt dilin özenli bir biçimde kullanılması argodan, yanlış kullanımlardan, yabancı sözcüklerden ve kavramlardan arındırılmış bir dil kullanımının özendirilmesi gereklidir. Yalnızca doğal olabilmek uğruna, ya da farklı politik görüşleri yayabilmek için aykırı dil kullanımlarına gidilmesi, zaman içinde olumsuz sonuçlar doğurabilecek önemli bir etmene dönüşebilir. Popüler olma ve izlenir kalma uğruna anadilden ödün verildiğinde, bunun faturasının yine çocuklara kesileceği unutulmamalıdır.

Yıllar önce televizyona terk edilen çocukların şimdi televizyondan nasıl uzaklaştırılacağı günümüzün en büyük sorunu haline gelmiştir. Bu konu ile ilgili olarak hem anne baba kontrolü etken hale getirilmeye çalışılmakta hem de teknolojik gelişmelerden destek umulmaktadır. Örneğin, çocuk izleyicilerin izlememesi gereken saatlere ve görüntülere duyarlı televizyonları ve şifreleyici araçları batı ülkelerinde kullanıma sunulmuştur. Benzer biçimde, anne babalara, izlenecek programları önceden bilme, kaydetme olanağı da tanınabilmektedir. Ancak, en büyük tehlike, çocuklara yönelik programların kısıtlılığı ve yavanlığı nedeniyle çocukların kendilerine uygun olmayan diğer yayınları da yoğun bi­çimde izlemeleridir.

İzlenen filmin çocuğa uygunluğunun çocuğun gelişimsel, algısal özellik­lerinin göz önünde bulundurularak bilimsel olarak denetlenmesinden çok, kültü­rel ve etik açılardan değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır. Bu durumda, bir toplumda çocuğa uygun olarak sınıflanabilen bir ürün, diğer bir toplumda, farklı bir gruba girebilmektedir. Bu durumda kültür belirleyici bir öğe olarak karşımı­za çıkmaktadır. Kimi zaman izlenen filmin çocuğa uygunluğunun kültürel bakış açısına göre değerlendirilmesi, karşımıza izleyici çocuk açısından göz önünde bulundurulması gereken yerli-yabancı yapım konusu getirmektedir. Konu ile ilgili olarak, Swidler, bizim, kültürü "sembolleri, öyküleri, anlatıları ve dünya bakış açılarını yorumlamaya ve ortaya çıkan farklı türdeki sorunları çözmeye yardımcı olacak bir araç-gereç çantası" olarak kullanmamızı önermektedir.

Giderek artan TV kanalları ve doğrudan uydu yayınları, programların en kısa zamanda çeşitli dillerde yayınlanmasını gerekli hale getirmektedir. Bunun için Avrupa Komisyonunun hazırladığı BABEL pilot projesi (Broadcasting Across The Barriers of European Languages) gereksinmeleri saptanmıştır. BABEL pilot projesine, çok dillilik ve yapım üzerinde uzmanlaşmış uluslararası bir Komite tarafından dublaj ve altyazı konularında yardım edilmektedir.

Bu çalışmalarda Avrupa'da daha az konuşulan dillerde yapılmış yapımlara, özellik­le gençlere yönelik (çizgi filmler dahil) filmlere, TV dizileri ve belgesellere öncelik verilmektedir. 1989 yılının sonunda kısıtlı bir bütçe ile BABEL, 13 ülkenin 52 televizyon programına ve dizisine dublaj ve altyazı hazırlamış ve çeşitli dillerde 102 yayın yapmıştır. Bunların 32'si küçük ülkelerin programlan­dır. (Euronews, Broadcasts of the Seven, Programmes on Olympus, gibi ortak yapımlar)"

Oyunun kurallarına göre, en çok film üreten ülkenin en çok izlenen olma­sı gerekmektedir. Bu alanda da ABD önde gelmektedir. Daha 1977'de Broadcasting'in dile getirdiği gibi[508], tüm dünya Amerikan filmleri ve televiz­yon dizilerinin oynadığı bir sahne haline gelmektedir. Araştırmalara göre,313 ABD'nin yıllık dış televizyon program satışı 150.000 saat, İngiltere'nin 20.000 saat, Fransa'nın ise 6.000 saattir. Bu sayılar ABD'nin yıllık televizyon program satışının İngiltere ve Fransa'nın toplam televizyon programı satışlarının yakla­şık 3,3 katı olduğunu göstermektedir.

1981 yılında Amerikan program sendika­larının dış satışlardan kazandıkları paranın 480 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. Bu da toplam gelirlerinin yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır. Güler Deniz, televizyonda dış yapımlara ağırlık verilmesinin bir eleştir sini şöyle dile getiriyor: "Dış kaynaklı programların anlaşılabilmesi de anca yapılan seslendirmelerle gerçekleşmektedir. Seslendirme ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Örneğin, vak vak amca, ABD 'de yeğenleri tarafından alaya al, narı, kendi yanlış anlamaları yüzünden zarara uğrayan kişidir. Bu çizgi film tamamen değişik kültürel gelenekleri olan bir ülkede karakterin hemen hemen tüm özellikleri değiştirilerek sunulur. Böylece vak vak amca, küçük yeğenleri tarafından sözü dinlenen ve takdir edilen, sorumluluk sahibi, örnek bir büyü olur çıkar":

Medya çocuklara ve yetişkinlere öylesine inanılmaz olaylar bağlan sunmaktadır ki, yaşanılabilir olan ile yaşanılamaz olan arasında film içinde far kalmamaktadır. Günümüzde, olayların içinde bulundukları bağlamda değerler dirilmesi zorunluluğu yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Gerek yeni televizyon ve sinema filmleri, gerekse bilgisayar oyunları ve programları, bizlere sanal bi dünyayı sunmakta, bu sanal dünya içinde bir takım inanılmazları inanılır kılma ya çalışmaktadır. Çocuklar bu durumun kolaylıkla üstesinden gelebilmektedirler. Bir olaydan bir diğerine kolaylıkla geçebilen çocuklar, gerçekten düşe, düş ten gerçeğe çok hızlı atlayışlar yapabilmektedirler. Bu ortam içinde çocuklu özelliklerinin de büyük payı bulunmaktadır. İnanılır olma özelliği temelde toplumdan topluma, kültürden kültüre değişmektedir. Ancak, filmler homojen bir kültür yaratmaya çalışmakta bu durumda bir kültürde inanılmaz olan bir koni filmde somut ve inanılır bir durumda karşımıza çıkabilmektedir

. Yerli yapımlarda genellikle toplumların kendi inanç düzenleri vurgulanırken, yabancı yapımlar genellikle yabancı inanırlık özelliklerini beraberinde getirebilmektedir Ancak, çocukluk çağı bitip pek çok şey inanırlığını yitirdiğinde, yaşadıkları sanal ortamın gerçekleri çocukları daha fazla yaralar ve üzer. Senelerce televizyon ve bilgisayar karşısında neredeyse kendini unutan çocuk, gün gelip kendir tanımadığını, çizgi film kahramanlarının özelliklerini kendi özelliklerinden daha fazla bildiğini fark ettiğinde, kendine küsen, güvensiz bir birey haline dönüşe çektir. Bunun da ötesinde, arkadaşlarıyla ilişkilerinde, bireysel oyunlarında v düşlerinde kendini hep bir maske ardına gizleyen, sürekli başka birileri ile özdeşleşmeye çalışan ve kendini farklı gören birey, gerçek dünyada inanırlığın kaybettiği anda bütün bu çocuksu düşlerin kendisine çok fazla zarar verdiğin fark edecektir.

Güvensiz, kararsız, sürekli değişim peşinde koşan bir bireye dönüşen bu 'zaping' kişilikler, yaşamlarında da televizyon kanallarının zenginliğini ve çeşitliliğini arayan, sosyal ilişkilerinde de 'zaping' eğilimini sürdüren arkadaşları, ailesi ve çevresiyle sağlıklı ve sürekli ilişkiler kuramayan, bireyler dönüşeceklerdir. Daha da kötüsü, ilişkilerinde kendilerini sürekli farklı göstermeye çalışan, sürekli farklı maskeler ardına gizlenen bireylerle çevreleneceğiz yakında. Günümüz çocukları filmleri yalnızca edilgen olarak izlememektedir. Daha zeki, algılama gücü ve hızı daha yüksek olan günümüz çocukları, filmler­deki inanırlık öğesini sürekli irdelemekte, kendilerine ve beraber izledikleri arkadaş ya da yetişkinlere izledikleri olaylar ve durumlarla ilgili soruları yö­neltmektedirler. Bir yandan bakıldığında anlamaya yardımcı olan bu tür davra­nışların, çocuk açısından yararı kaçınılmazdır. Ancak, karşısındakinin her dav­ranışından bir sonuç çıkarmaya çalışan, her türlü olayın ardındaki inanırlık per­desini aralamaya çalışan çocukların, gitgide, güvensiz, şüpheci, yalnızca kendi­ne inanan ve güvenen bireyler olması da söz konusudur.

Televizyon ve bilgisayar programları çocukların düş gücünü geliştirmek­tedir. Bu genellikle olumlu bir özellik olabileceği gibi zaman zaman olumsuz bir özellik olarak da karşımıza çıkmaktadır. Temelde, bireylerin düş güçleri, toplumsal olarak uzlaşılan değerlerle paralel gitmektedir. Ancak, gerek televiz­yonda, gerekse sinema bağlamında yabancı yayınların ağırlıkta olduğu durum­larda, bireylerin kendilerine yabancı düşler kurması da söz konusu olabilmekte­dir. Düş gücünün fazla gelişmesi zaten çocuk/yetişkin bireyin toplumla çatışma­ya düşmesine neden olacaktır. Yabancı kaynaklı düş gücünün gelişmesi duru­munda ise birey iyice çıkmaza düşecektir.

Düş gücü gereğinden fazla gelişen çocuk, yaşadığı topluma ayak uyduramaz, gerçekle düşü birbirinden ayıramaz hale gelir. Bunun dışında, düşümsel özellikle fazlaca gelişen bireylerin, yaşadıkla­rı toplumu ve sosyal yaşantıyı düşledikleri gibi görememeleri, değiştirememeleri, onların mutsuz olmalarına neden olur. Bu tür bireyler, toplum tarafından sorunlu insanlar olarak görülürler. Sürekli bir düş dünyası ile yaşamak ve gerçek yaşamda kendinden beklenilenleri verememek bireyin çıkmazları arasında yer alır. Çocuk­luk çağının bitmesi ile birlikte düşlerden kopup gerçeklere dönüş, acılı ve sancılı bir yaşantıyı da beraberinde getirmektedir. Çocukken yaşamı toz pembe düşleyen ya da her türlü sorundan düş gücü ile kurtulabileceğini sanan çocuk bunları ya­pamadığında bunalıma düşecek, bu tür bireylerin kuracakları aileler de sağlıklı ve uzun süreli olmayacaktır. Bireyin düş gücünün yüksek olması, aslında kurumsal olarak arzu edilen bir durumdur. Geleceğin çocuk tipi çizildiğinde, hep düşledik­lerini gerçekleştiren, yetişkinlerden daha iyi düşünebilen, yaratıcı ve olumlu özel­liklerin vurgulandığı kahramanlar, süper çocuklar görmekteyiz.

Kazancı ise, "Kitle kültürü uyuşturucu özelliğiyle kişilerin zamanlarım doldurup onların denetim dışı ekonomik ve siyasal sorunlarla uğraşmasını en­gellemeye çalışır. Bu durum kitle kültürü üzerinde bir başka özgün kültür olu­şumunun da nedenlerinden biridir. Öte yandan, kitle kültürü ile kitle iletişim araçlarındaki içerik çok önemli bir çürüme ve bozulma örneği vermektedir. Burada hemen ekleyelim ki kitle kültürü bir kere oluşturulduktan sonra ona karşı gelmek çok zor hatta olanaksızdır. " der. Ona göre, Batılı kaynakların da belirttiği gibi "Amerikan Yaşam Biçimini" her ABD kaynaklı yapıt iste istemez kullanmaktadır. İzleyiciyi tek tek diziler değil, bir bütün olarak yılla içinde binlerce dizi etkilemekte, izleyici bu yaşam biçimini taklide yönelmekte dir. Aldoğan, "Gazete için üç önemli öğe vardır: Okuyucu sayısı, saygınlık reklam geliri. Bu üç öğe gazetenin yayın politikasıyla orantılı olarak değişkenlik gösterir." der.

Bir sinema filminin öğelerine göz atacak olursak aynı şeyler görmek olası. Ön planda izleyici sayısı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra saygınlık da önemlidir. Auteur filmler ya da isim yapmış starlar göz önünde bulundurulduğunda, bazı izleyicilerin yalnızca yönetmenin ismini ya da tutulan bir oyuncuyu takip ederek film seçimi yapması çok olasıdır. Reklam gelirleri de gazetelerin olduğu kadar sinema sektörünün de kaçınılmaz etkenleri arasındadır. Bir film, daha vizyona girmeden hakkında çıkan gazete-dergi yazılan toplum; tanıtılmakta, çevrim halindeyken oyuncuların performansları, film için katlandıkları güçlükler vb. gündeme getirilmektedir.

Evlere kablolu televizyonların ve özel film kanallarının girmesi ile artık modern yaşamın bir gereği olarak kendilerine ait bir odaları ve TV'leri olan pekçok çocuk, kendileri için sakıncalı bilgi, duygu ve görüntü yüklü bu yerli ve yabancı filmlere kolayca ulaşabilmektedir. Filmlerin PG, (Parental Guidence Aile Nezaretinde İzlenmeli) R (Restricted: örneğin 16 yaşından küçüklerin izlemesi sakıncalıdır) ya da X olarak sınıflandırılması da anlamını yitirmiş durumdadır. Kısacası tabular büyükler için olduğu kadar çocuklar için de yıkılmış durumdadır.

Bunu bir fırsat bilen ve sinemayı, filmi tecimsel amaçlı kullanan Hollywood yapımcıları ise her sene 18 yaşından küçüklere yöneltilen pek çok film yapmakta (Örnek:La Boom, Pretty in Pink, The Breakfast Club, Six teei Candles, My Girl, My Girl 2, Lolita) ve bu filmlerde aşk ve cinsellik, ön plan çıkarılmaktadır. Sonuç olarak gitgide Avrupalılaşan bir etik anlayışı yaygınlaşmış ve çıplaklığın ve seksin de yemek içmek gibi hayatın bir parçası olduğu fikri hemen her filmde önce yetişkinlerin daha sonra da çocukların karşısın çıkmış, zamanla da kabul görmüştür. Bütün bu öğeler de çocukların zamanından önce yetişkinleşmesine, kaldıramayacakları denli büyük bir duygu ve bilgi yükünün altına girmelerine neden olmuştur.

Gerek sinema gerekse televizyon ortamında çocukların anne baba güdümünde seçilmiş program ve filmleri izleyebilmesi için dünya teknolojisi seferber olmuş durumdadır. Son yeniliklerden biri olan, WBN sistemi, kullanıcıları araştırma yapabilmesine olanak tanıyacak şekilde verileri sisteminde tutan veistek halinde anahtar sözcükler ve kavramlar yardımıyla etkinleşen bir bilgi ve video klip leri kütüphanesi gerçekleştirmiştir. " Anahtar sözcüklerin bir kuman­da ile yazılması ya da söylenmesi durumunda istenilen bilgi ekrana gelebilmek­tedir.

Sistemin, özellikle çalışan anne-babaların kullanabileceği bir de uzaktan kumandası bulunmaktadır. Böylece yetişkinler, çocukların okul dönüşlerinde izlemelerini uygun gördükleri yayınları ya da konuları seçip, kendilerince bir program oluşturabilmektedirler. Ayrıca kendileri işte iken yayınlanan program­ları da her an izlenebilecek durumda ellerinin altında bulundurmuş olmaktadır­lar. Genelde tüm toplumlarda çocuklara uygun olarak değerlendirilen iki ayrı film grubunu çocuk filmleri ve çizgi filmleri olarak ayrı ayrı ele almak gerek­mektedir.

Çocukların film izlerliği 15 saatin -yani günde 5 filmin- üstüne çıkabil­mekte, sonuçta, diziler, çizgi filmler, reklamlarla birleşince boş zamanlarının tümünü televizyon karşısında geçiren, sosyal açıdan zayıf, edilgen ya da izledik­leri şiddet sahnelerinden dolayı her an patlamaya hazır, sanal dünya ve kablo tutsağı bir nesil karşımıza çıkabilmektedir. Çocukların izleyici kimliği de kendi başlarına ve yetişkinler eşliğinde izleme sırasında farklılıklar gösterebilmekte­dir. Çocuk izleyici kitlesi artık bir araç olarak değil, amaç olarak görülmekte, bir pazar olarak hedeflenmektedir.

Günümüz televizyon izlencelerine her gün bir yenisi eklenmekte ve gerek konular gerekse oyuncular açısından 'çocuk' ile bağlantılaşarak milyonlar­ca çocuğun izlerliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu izlerlik yayında zengin reklam kuşakları arasına sıkıştırılmış söz aile dizilerini getirmekte ve sonuçta çocuk izleyiciler iki kat sağlıksız bir iletişim ortamına itilmektedir. Yapılan araştırmalar, modern dünyada hemen her etkinliğin gitgide çocuk merkezli bir yapıya büründüğünü göstermektedir.

Böylesi önemli bir noktada, anne babalara düşen önemli görevlerden biri izlenilenlerin paylaşımı ve çocukların gözündeki olası soruların, endişelerin samimiyetle yanıtlanmasıdır. Kendine saygı duyan, çevresindekilere saygı göste­ren, benzer biçimde saygı gören, görüşlerine ve seçimlerine değer verilen birey­ler yetiştirmek elbette önemlidir, ancak, çocuğun her dileğini yerine getirmek, her izlemek istediğine onay vermek de pek uygun değildir. İzlenilenler, zaman içinde kimliğimizin, yaşamımızın bir parçası haline geldiğinden, çocuğun yoğun olarak izledikleri ile orantılı bir kimlik oluşturacağı unutulmamalıdır.

Kaynak: Nilüfer Pembecioğlu iletişim Ve Çocuk