Yakınını Kaybeden İnsanlara Yaklaşım

Ölümle ya da başka bir anlamlı kayıpla yüzleşen hasta ya da ailelere baktığınızda siz başka bir kayıp hissine- sözcüklerin yetersizliğine- kapılabilirsiniz. Onları rahatlatmak ya da acılarını hafifletmek istersiniz, fakat ne diyeceğinizi ne yapacağınızı bilemezsiniz, endişelenmeye başlarsınız.

Ölmekte olan birinin yakınları da şu zor soruları kendilerine sorarlar: “Ya yanlış bir şey söylersem.” “Başucunda duygularımı belli etmeli miyim?” “Ben bu kadar kötü hissederken, ölmek üzere olan hastamı nasıl rahatlatabilirim!” Bu tür soruları yanıtlamak zordur. Fakat bu sorular, hasta ve ailelerine ihtiyaç duydukları desteği vermek için yanıtlamanız gereken sorulardır. Elbette yas yaşantısı kişiseldir, neye karşı yas tutulduğuyla, kayıp nesnenin tarihiyle ve iç dünyamızdaki bağlantılarıyla çok ilgilidir; ama yine de yas yaşantısının evrensel görünümleri de vardır, pek çok insan kayıpla mücadele ederken benzer duyguları hissederler. İnsanlar neden yas tutarlar?

Yaslı insanla nasıl ilgileneceğimizi anlayabilmek için öncelikle bunu anlamak zorundayız. Yas yaşantısının psikolojimizdeki işlevi, kimi zaman çok zor olan gerçekleri sindirmek zorunda oluşumuzdan kaynaklanır; yas sürecinde kişi, hayatınbüyük ölçüde kontrolümüz dışında olduğu gerçeğini, bizim çabamızdan bağımsız hayatın sürüp gittiğini ve birçok müdahale edemediğimiz değişimler olduğunu, olacağını kabul eder.

Önemli bir kaybı tecrübe eden kişi, hayatını yeniden organize edip kurmadan önce, daha düne kadar hayatında çok önemli bir yer tutan ama şimdi kaybolan nesneyle vedalaşmak, hayatın ağırlığı karşısında yeniden soluklanmak, hayatı öğrenmek için yas tutmaya ihtiyaç duyar. Düne kadar iç dünyamızda önemli bir yer tutan ama şimdi olmayan gerçek ya da hayali tüm nesneler için yas süreci geçerlidir. Kaybın sadece sevilen birinin ölümü olmadığı aynı zamanda imgesel sevgi nesnesinin kaybı (intrauterin fetus ölümü gibi), sağlık, güç, otonomi ya da vücudun bir parçasının veya normal fonksiyonunun kaybı anlamına geldiği unutulmamalıdır . Kaybın doğası genellikle, kişinin tecrübe ettiği yasın niteliğini belirler.

Örneğin çok yaşlı ya da uzun zamandır hastalık çeken sevilen birinin ölümünü kurtuluş olarak gören biri, çocuğunu aniden kaybeden birinin hissettiği endişe ve kederi aynı şekilde hissetmeyebilir. İkinci örnekte anne durumla hiçbir hazırlık ya da uyarı olmaksızın karşı karşıya kalmıştır. Bir kayıp ihtimaliyle yüz yüze gelen kişi, bu ihtimal belirdiği ve bilincine girdiği andan itibaren yas sürecine adım atar, yası yaşamaya başlar.

Örneğin ayağının ampute edilmesi gereken diyabetli hasta, hekim prosedürü anlatır anlatmaz kaybedeceği ayağının yasını tutmaya başlayacaktır. Hastalıklarının son dönemlerinde olan hastalar ya da sevdikleri bu durumda olanlar genellikle önceden tahmin edilen bir yas sürecine girerler. Beklenen kayıp yaklaştıkça yas yoğunlaşabilir. Bazen kayıp geciktiğinde kişi tahmin edilen yası tüketmiş olur, artık hesaplarını bitirmiş, güvenli, kendinden emin ve vakurdur. Kendini duygusal olarak kayıptan ayırabilir ve sonra gerçek kayıp gerçekleştiğinde akut yasın bazı semptomlarını göstermeyebilir.

Yas süreci

Yas sürecinde, Kübler- Ross’un geliştirdiği ve oldukça ünlü hale gelmiş olan, ölümü bekleyen insanların tecrübe ettiği, 5 duygusal cevabın aşağı yukarı gerçekleşmekte olduğuna dair genel bir kanı vardır:

İnkar (Yadsıma ): Başlangıçta kişi yaklaşan ölüme ya da kayıba bir şok tepkisiyle ya da inkarla cevap verebilir. Bu korkunç kayba karşı geçici bir savunma olarak durumun gerçekliğini inkâr edebilir. Terleme veya bulantı gibi fiziksel cevaplar gösterebilir.

Öfke: Ölümün kişinin hayatını yıkma ihtimali bir gerçeklik olarak karşısında belirdiğinde öfke, kıskançlık, gücenme ve acı duyguları ortaya çıkar. Kişi, şu duyguya kapılabilir: “Neden ben.” Aynı durum ve soru, bir kayıpla karşı karşıya olan ve yas sürecine girmiş kişi için de geçerlidir. O da öfkelidir, hatta kayıp nesneye bile “niye kaybolup giderek kendisini bu hale soktuğu, bitmemiş işleri önüne bırakıp kaçtığı, bu yeryüzü cehenneminde kendisini yapayalnız bıraktığı” için çok kızgın ve güceniktir. Hayatı kontrol ettiğini düşündüğü tüm güçlere (Tanrı, devlet, patron vs.) karşı da şiddetli bir öfke içindedir. O tüm bunlara maruz kalırken hiçbir şey yokmuş gibi gününü gün eden insanlar da bu öfke ve gücenmeden paylarını alırlar; onlara karşı yoğun bir haset bu duygulara eşlik eder.

Pazarlık etme: Kayıp gerçeğinden kaçınma amacıyla yapılan bu son girişimde kişi Tanrı ya da başka büyük bir güçle iyi bir sağlık ya da uzun bir hayat için anlaşma yapma (pazarlık etme) girişiminde bulunur. Bu aşamadaki temel düşünce, “evet, başıma gelenleri kabuledeceğim ama bazı şartlarım olacak!” şeklindedir; artık kayıp kabul edilmeye ve kayıp sonrası yeni hayatın koşulları gözden geçirilmeye başlanmıştır.

Depresyon: Kişi sonunda kaybı tam olarak fark ve kabul ettiğinde sükunet, geri çekilme ve melankoli yaşamaya başlayabilir.

Kabul: Sonuç olarak mevcut durumun gerçeğini kabul eder ve kaçınılmaz kayıp sonrası dünya için hazırdır artık. Yeni bir dünyaya “hoş bulduk” der gibidir. Bir yandan bu dünyanın eskisi gibi olduğunu ama kayıp sonrasında artık asla tam olarak eskisi gibi olamayacağını bilmektedir artık. Büyümüş, olgunlaşmıştır.

Geride kalanın cevabı: Yas yaşantısına (grief) iç dünyasında gerçek ya da hayali bir nesneyi kaybettiği duygusuna kapılan herkes girer. Ama nedense toplumsal algıda yasa sadece bir ölümün ardından geride kalanların, mevtanın arkada bıraktıklarının girdiği sanılır (mourning).

Geride kalanlar, genellikle yas yolunu (sürecini) yalnız yapılan seyahat gibi görürler. Her ne kadar aile ve arkadaşlar destekleyici olsalar da, bu yolu yalnız başına yürümek zorundakaldığının, kimsenin tam da onun gibi derinden bir acı duymadığının, duyamayacağının, yas sürecinin tamamen onların olduğunun fark edişi içindedirler. Yasın bireyleri nasıl etkileyeceği, bu yolun ne uzunlukta olacağı ve hangi kavşaklardan geçeceği, hangi duraklarda durulacağı hakkında kesin bir yargıda bulunmak ne mümkün ne de böyle bir şey yapmak doğrudur.

Bununla beraber, sıklıkla geride kalan bireylerin, kaybın gölgesinde huzursuzluk, acıyıtartışmadan kaçınma gibi davranışlar sergileyeceklerini söylemek, kehanet olmaz. Pek çok geride kalan aile üyesi, “bana sorma!”, “bundan bahsetmeyelim”, “benim derdim bana yetiyor, bir de konuşup sizi üzmeyeyim” gibi yaklaşımlar sergileyebilir. Yas süreciyle ilgili yukarıda anlattığımız Kübler-Ross’un ünlü teorisinden kaynaklananın dışında başka sınıflandırmalar da vardır. Bu sınıflandırmalar, araştırmacının hangi teorik yaklaşımı benimsediğine göre değişir. Örneğin bağlanma teorisini ortaya atan Bowlby yas tutmaya ilişkin dört evreden oluşan bir şema belirlemiştir:

Evre 1: Hissizlik ya da protesto: Gerginlik, korku ve öfke ile belirlidir.

Evre 2: Kaybedilen kişiyi özleme ve arama: Dünya boş ve anlamsız görülür. Kaybedilen kişiyi sürekli düşünme, fiziksel huzursuzluk, ağlama ve öfke ile belirlidir.

Evre 3: Dezorganizasyon ve ümitsizlik: Huzursuzluk ve çaresizlik hissedilir. Artmış somatik uğraşlar, geri çekilme ve irritabilite vardır. Anılar tekrar tekrar akla gelir.

Evre 4: Toparlanma: Yeni durumlar, nesneler ve amaçlarla yas azalır ve değerli anılarla yer değiştirir. Ölenle sağlıklı bir özdeşim kurulur. Başka bir sınıflama da, yas sürecini üçlü bir evrelemeye göre değerlendirir

1- Disequilibrium (Dengesizlik): Bu ilk evrede yas yaşantısı içindeki kişi, kaybın gerçeğini anlamayabilir ya da bilmeyebilir. Şok, şaşkınlık, hissizlik, inanmama, yadsıma görülebilir. Yadsıma, şoku emerek, kötü gerçeği yavaş yavaş sindirmemize yardımcı olur. Ölüevine ziyarete gitmek, cenaze törenine katılmak ölümün gerçekliği ile yüzleşmemizi sağlar. Ancak, gerçeğin bu türden bir sınanması eksik kalırsa, yadsıma sürebilir.

Kişi, ağlayabilir ya da protesto ederek haykırabilir ki bu kayıbı fark etmeye yönelik önemli bir adımdırya da öfke, suçluluk ya da kaybedilenin fantezileriyledolu olabilir. Öfke kendisine, aile üyelerine, kendisiyle ilgilenenlere, tanrıya veya ölen kişiye yönelik olabilir. Ölenin yakınları doktoru azarlar, cenazede olan bazı şeylerden yakınır ancak ölenin kendisine, onu yapayalnız bırakıp gittiği için öfkelendiğini kabuletmek istemez. Fiziksel olarak, yorgunluk, iştah kaybı, boğazda kuruluk, nefesin kesileceği, hafıza zayıflığı, konsantrasyon güçlüğü ve uyku bozuklukları yaşayabilir.

2- Dezorganizasyon: Kayıptan birkaç hafta sonra başlayan bu evre, bazen aylarca sürebilir. Geride kalan kaybın kalıcı olduğunu anlar. Tipik olarak kendisini yalnız, yardıma muhtaç hisseder. Sosyalleşmekten kaçınır ve günlük aktivitelerini gerçekleştirmede güçlükçeker. Gece boyunca da bu konu kafasını kurcaladığı için uyku güçlüğü çeker. Dengesizlik evresindeki diğer belirtiler devam edebilir.

3- Reorganizasyon: Yas sürecini yaşayan kimse, bu evreye ulaştığında kaybı kabullenir ve yeni amaçlar ve ilişkiler oluşturmaya başlar. Kaybedilenin değerlerini ve davranışlarını yaşantısına memnuniyet verici şekilde birleştirir. Bu evre, kayıptan sonra altı ay ile iki yıl sonra başlayabilir.

Çözümlenmemiş yas

Pek çok insan, yas sürecinde düzenli bir şekilde yasın bir evresinden diğerine kuşlar gibi uçup gidivermez.Örneğin ölmekte olan bir hasta, hastalığının onu yavaş yavaş hayatın sonundaki uçuruma doğru götürdüğünü inkar ederken aynı zamanda yaygın bir öfke hali de gösterebilir. Yas sürecindeki tepkiler, yaşantılar büyük ölçüde, kişinin kültürel yapısına, dini inançlarına, kişiliğine ve kaybın büyüklüğüne göre değişir.

Bazen kişi, bir türlü yas sürecinin sonuna gelemez; kabul etme veya reorganizasyon evresine giremez, kayıpla anlamlı baş etmeyi öğrenemez. Ne olup bittiğini idrak edemez veya üzüntüsünü yaşayamaz. Yas süreci adeta durmuş, yası çözümlenemeden kalmıştır. Kaybın yoğunluğu o kadar öne geçmiştir ki uygunsuzveya kendine zarar verici davranışlara yönelebilir. Örneğin, daha canlı, hareketli(hiperaktif) hale gelebilir, alkol veya ilaç kötüye kullanımı, aşırı yeme veya dürtüsel(impulsif) davranışlar görülebilir. Kendine ve diğer insanlara karşı öfke ve saldırganlık(agresyon) içinde bulunabilir.

Çözümlenmemiş yas halinde en yaygın olarak görülen klinik tabloların başında genellikle fark edilmeden yaşanan yumuşak, kronik depresyon gelir. Kişi arkadaşlarından uzaklaşabilir, öncekidini uğraşlarını bırakabilir ve dini düşüncelere karşı olumsuz tepki verir.

Düşük özgüven gösterir, suçluluk duygusuna kapılır veya çeşitli ağrılar çeker. İnsanlar pek çok nedenden yas sürecinibaşaramayabilir. Örneğin, ailedeki güçlü kişi herkesi destekleyebilir fakat kendi ihtiyaçlarını görmezden gelir veya kişi yası inkar edebilir. Çünkü zayıf görünmekten korkar. Eğer kişi pek çok kaybı bir seferde tecrübe ederse baskın çıkan şokun ağırlığı, yas tutma becerisininönüne geçebilir.

Ölümün ani oluşu, şiddet, travma, özkıyım ve cinayet unsurları içeren ölümler, daha abartılı ve potansiyel olarak komplike yas cevaplarına neden olur. Bu ölümler genellikle zamansız ve haksız olarak görülür ve inkar, şok ve öfke duygularını yoğunlaştırır. Kurban için acı ve hayatta kalma mücadelesi ölümle sona ererken, geride kalanlar için yeni başlamaktadır.

Bu hayatta kalan aile, arkadaşlar, iş arkadaşları ikinci kurban olarak görülürler (7). Geride kalanlar, ani ölüme yol açan travmatik olayların sonucunda kurban edilmiş hissettiklerinden dolayı, ruhsal ve duygusal olarak hazırlanmak için zaman olmadığından dolayı ani travmatik ölümü takip eden duygusal dalga tarafından alt üst edilebilirler.

Homosid ve suisid eylemleri, bu yolla ölenler hakkında olumsuz stereotipler taşımaya devam ederken, trafik kazaları ve iş kazaları sıklıkla yaşamın son anlarına dair korkunç kanlı detayları içerir ki şu anda tüm dünyasavaş ve terorizmle ilgili vahşi ve planlı ölümlerle yüz yüzedir! Hayatta kalan için gerçek şudur: Sevilen kişi ani beklenmedik sıklıkla vahşi bir ölümle hayatta kalan aile üyelerini yeni dünyanın yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunun karışık külfetiyle baş başa bırakırlar.

Bu yeni dünya, hayatta kalanları yalnızca psikolojik, duygusal sorunlarla değil en az onlar kadar önemli olan fiziksel, sosyal ve finansal sorunlarla da beklemektedir. Beklenmedik ölüm, sıklıkla aile sisteminde de dramatik değişime neden olur. Rollerin ve aile yapısının değerlendirilmesi ve gözden geçirilmesi için beklenmedik bir ihtiyaç doğurur. Kayıp ani ve travmatik olduğu için hiçbir hazırlık ve beklentiye izin vermez.

Yas Terapisi

Yas süreci, sıklıkla kayıp acısını ya da bununla baş etmeyi tecrübe etmemiş kişiler tarafından anlaşılması oldukça zor, yalnız yaşanan, gizli ve mahrem kalmış bir alandır. Yas terapisi, yas sürecinin yeteri kadar uygun bir biçimde, doğal akışı içinde yaşanmasını amaçlar. Bu nedenle yas terapisinde, yas sürecinin yukarıda anlatmaya çalıştığımız evrelerini tanımak hastalarımıza ve aile üyelerine kayıpla baş etme konusunda yardım için atılacak ilk adımdır.

Hangi süreçten geçtiklerini anlayarak yas yaşantısı içinde olan kimseleri, daha iyi destekleyebilir ve özel ihtiyaçlarını belirleyebilirsiniz. Yas sürecinde bozulmalar olan, yası çözümlenmemiş görünenler için kayıp hakkında hislerini paylaşma konusunda onları cesaretlendirebilir, böylece bununla başa çıkıp iyileşme sürecine başlamalarını sağlayabilirsiniz. Geride kalan kişiyi, bilgilendirerek yas sürecine başarıyla rehberlik etmek amacıyla, bir kültürde ölümle ilgili yas sürecini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen ritüelleri tanıyıp anlamak çok önemlidir.

Birçok toplumda ölümü takip eden acı zamanlarında, kapalı kapılar ardında saklanma ya da ölenin hatıralarına hapis olma davranışı yaygındır ama biz de olduğu gibi bazı toplumlarda da yas sürecini destekleyen ritüeller vardır. Yas sürecinin başarıyla atlatılmasında, bu ritüeller faydalı olabilir.

Cenaze ve yas ritüelleri, kültürlere göre bazı ortak özellik taşımakla birlikte bazı farklılıklar da vardır. Amerikan kültüründe yas minimalize edilmiştir. Ritüeller güçlü duyguların oluşumu, anksiyete ve yetersizlik duygularının ortaya çıkmasını ve dışa vurumunu sağlarlar . Bu özellikleri ritüellerin iyileştirici tarafını kanıtlar.

Cenaze törenleri de bu yönüyle iyileştirici etkiye sahiptir. Cenaze törenleri, kaybın kabullenilmesi ve yaşanması için gereklidir. Kayıp ritüelleri var olmanın anlamını hatırlatır ki bu da yasın uygun şekilde atlatılmasını sağlar.

Beklenmeyen ölümler, çocuk ölümü, intihar gibi durumlar sosyal normları bozar. Yine norm dışı ilişkilerde kayıpların etkisi farklı olur. Ritüeller yeterince uygulanamayacağı için iyileşme eksik kalır. Her ne kadar birlikte yas sürecine girseler de aile üyeleri arasında yas cevaplarının farklı olmasının normal olduğu unutulmamalıdır. Yas cevapları, bir anda yanlış veya kötü diye damgalanamaz. Örneğin erkekler çok kederlenmiş görünmek için ağlamak zorunda değildirler.

Pek çok insan kederlenme sürecinde ağlamamayı kabul edilebilir bir davranış olarak görmemektedir. Ayrıca diğer insanların kendilerini ağlarken görmesine izin vermeyen insanlar acı çekmiyor anlamına gelmez. Ama bu gerçeğe rağmen özellikle modern kent yaşamında bazı yas tepkileri, çevre tarafından “hastalıklı” olarak nitelenip böyle yaşantılar gösteren insanlara “tedavi” diye bazı ilaçlar verilmekte, yas sürecinin olağan akışının önüne geçilmektedir.

Geride kalanlarda, duygusal ve davranışsal olarak tipik olarak gözlemlenen iki görünüm abartılmış veya geçici duygu durumlarının içselleştirilmesi ya da dışşallaştırılmasıdır. Geride kalanlar içselleştirilmiş cevap olarak depresyon, kaçınma, yoksunluk diğer taraftan dışsallaştırılmış cevap olarak öfke, patlama, duygu durumunda dalgalanma yaşayabilirler.

Psikoterapist, yas sürecinde ortaya çıkan, ölümüne sessizlikten patlamaya kadar değişiklikler gösteren, bu davranış örüntülerini tolere etmeye hazır olmalıdır. Geride kalan aile üyelerinin karşılaşmak durumunda kaldığı bir mit de, yas için belli bir zaman aralığının olduğudur. Bu zamanın ne kadar olması gerektiği net olmasa da pek çok aile üyesi şu soruyla yüzleşmek zorunda kalacaktır. “Niçin bunun üstesinden gelemedim.” Yasla ilgili semptomlar ilk yıl tipiktir. Özellikle ölümün birinci yıl dönümünde pek çok insan daha iyi olmaları gerekir inancının aksine kendilerini daha kötü hissederler . Yas semptomları ikinci yıl devam edebilir. Hala normal olarak düşünülebilir.

Bununla beraber yasın devam ettiği noktada yasla ilişkili semptomlar günlük yaşam aktivitesini kesintiye uğratması ve ruhsal sağlığı bozması durumunda müdahale gerekir. İlaç, alkol, şiddetin yas sürecinde yer alması normal değildir . Bu tarz davranış sergileyene acilen ek değerlendirme yapılmalıdır. Geride kalanlara kimsenin kaybı onlar adına tanımlayamayacakları, herkesin yas yaşama biçiminin farklı olacağı hatırlatılmalıdır. Sadece her insan kendisi kaybın ne anlama geldiğini bilebilir ve yas sürecinde kendine uygun bir tepki verir.

Hatta aile, arkadaşlar, iş arkadaşları benzer bir kaybı tecrübe etmiş olsalar bile kaybın etkisinin benzer olacağı anlamına gelmez. Yas sürecinde, diğerlerini memnun etmek üzere kaybın ne anlama geldiğini küçümsemekten kaçınarak geniş bir duygu aralığında yasın yaşanmasına izin vermek önemlidir.

Her ne kadar işlevsel bir yas süreci için gözyaşları gerekli olmasa da ağlamak dışavurumun tipik ve kabul edilebilir formu olarak değerlendirilmelidir. Yas sürecinde en çok karşılaşılan ve üzerinde durulması gereken durum, birçok insanın yas sırasında kendi içlerine, yalnızlıklarına gömülmeleridir. Bu insanlar, sıklıkla emin olmama, yetersizlik, dünyayı tehlikeli bir yer olarak görme ve kontrol kaybı yaşama gibi duygular yaşarlar. Her ne kadar içe bakış ve değerlendirme yasın normal eylemleri olsa da bu insanlara aynı zamanda diğerlerinin desteğinden de yararlanmalarının iyi olacağı gösterilmelidir.

Geride kalanlar, neye ihtiyaçları olduğunu ve onların nasıl yardımcı olacağını aile üyeleri ve arkadaşları ile paylaşmaya cesaretlendirilmelidir. Kayba ve yasa eşlik eden acı, duygusal destek uygun olduğunda azaltılabilir. Fakat destekleyiciler başa çıkma metodu olarak bir anda major değişim ve kararları önerebilirler. Geride kalanlara major kararların ertelenmesi ve değerlendirme yetisi kazandıktan sonra alınabileceği öğretilmelidir.

Çok yüklü olan duygusal durum hüküm vermeyi bulandırabilir. Bu koşullar altında olumsuz ve uzun dönem etkileri olan kararlar alınabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır. Yas bir süreçtir ve bir son değildir. Yasın amacı ne kaybı unutmak ne de tamamen başa çıkmaktır. Yasın amacı öleni hatırlamak, kaybın oluşturduğu değişiklikleri anlamak, hayata nasıl sarılacağına dair karar vermektir. İşlevsel yası belirlemek için pek çok yol vardır. Geride kalanlar yenilmiş hissine kapılmadan gözyaşlarına boğulmadan kayıp hakkında konuşma yetisi gösterebilirler.

Zamanla enerji seviyeleri ve iş, okul, toplumsal ilişkiler gibi çeşitli aktivitelere katılım artar. Uyku ve yemek düzeninin bozulması gibi semptomlar normale dönmeye başlar ve yeni bir hayat organizasyon oluşturmak için istek ortaya çıkar. İşlevsel yas sürecindeki kişi, bir süre sonra sosyal ortamlara girmeye ve insanların arasında kendisini daha rahat hissetmeye başlar. İç acı azaldıkça kayıp hakkında daha rahat konuşulması tipik bir gelişimdir. Mizah duygusuna bir dönüş yaşanabilir. Artık ikinci bir kişiye ihtiyaç duymadan karar verilebilir. Buna rağmen yas sürecinin ileri ve işlevsel seyreden bir aşamasında dahi kaybın akut ağrısının hissedildiği zamanlar olacaktır. Böyle durumlarda eskisinden farklı olarak acı daha kısa sürecektir. Tatillerde, özel durumlarda, kaybın yıl dönümüne yakın dönemlerde hüzünlendiklerinde

paniğe kapılmamalıdır. Zamanla iç iyileşme meydana gelir. Yas yaşantısının bitişini, sürecin tamamlandığını insan, hayata yeniden sarılmaya başladığını görerek anlar. Bunlar düşüncelerin kayba yöneldiği tipik zamanlardır. İyileşme ilerledikçe üzüntü azalacaktır ancak tamamen yok olmayacaktır. Terapistin ilke edinmesi gereken son ve en önemli şey, iyi bir yas sürecinin amaçlarını hep hatırda tutmak olmalıdır. Yas sürecinin amacı, asla kaybı unutmak değildir; ölen hep hatırlanacaktır. Amaç, kişinin, kendi hayat öyküsünde kaybı müstesna yerine koyarak, tekrar hayata sarılabileceği gücü kendinde bulabilmesi, hayatta neyin yaşanabilir olduğu konusunda biraz daha bilgeleşerek yoluna devam edebilmesidir.