Anne - Çocuk

anne çocuk ilişkisi psikiyatristAnne çocuk etkileşimi çok özeldir. Çocuğun doğumdan önce ve doğum­dan sonra etkileşime geçtiği ilk kişi olması nedeniyle anne, çocuk açısından son derece önemlidir. Benzer biçimde çocuk da anne açısından hem beklenen hem de bilinmeyen/beklenmeyen bir varlıktır. Anne-çocuk etkileşimi söz konusu olduğunda, çocuğun en önemli dil öğrenme kaynağının anne olduğu genel ola­rak...>

Anne çocuk etkileşimi çok özeldir. Çocuğun doğumdan önce ve doğum­dan sonra etkileşime geçtiği ilk kişi olması nedeniyle anne, çocuk açısından son derece önemlidir. Benzer biçimde çocuk da anne açısından hem beklenen hem de bilinmeyen/beklenmeyen bir varlıktır. Anne-çocuk etkileşimi söz konusu olduğunda, çocuğun en önemli dil öğrenme kaynağının anne olduğu genel ola­rak kabul edilen bir olgudur.Çünkü çocukla ilgilenen, onunla ses ve tümce alış­tırmaları yapan, ona en çok zaman ayıran kişidir anne. Anneler, çocuklarına yönelmiş konuşmalarda önemli ölçüde basitleştirmeler yapmaktadırlar. Basit söz dizimi kuralları kullanmakta, sınırlı sayıda sözcük arasında seçim yapmakta­dırlar. Düşünülenin aksine çocuk anneden duyduklarını taklit ederek öğrenmez.

Yalnızca yeteri kadar çok duyarak öğrenir. Annenin sözcük dağarcığı, eğitim düzeyi çocuk yetiştirme konusundaki tutumları gibi etmenler, bu etkileşimden Çocuğun ne düzeyde yararlanacağını da belirler. Annenin içinde bulunduğu sosyal sınıf anne-çocuk etkileşimi yoluyla çocuğun dil gelişimi üzerinde olduk­tuetlili ancak belirleyici değildir. Üst eğitim düzeyindeki annenin kullandığı tümcelerde daha geniş bir çeşitlilik bulunmakta, içerikleri daha zengin bir sözcük dağarcığına dayanmaktadır.Eğitimli anneler, konuşulan konular hakkında çocuğun sorularına daha ayrıntılı yanıtlar verebilmekte, çocuğun merak ve Ayrıca aynı konuda başka sorular sormasına olanak sağlamaktadır.

Ayrıca uykudan önce Çocuğa kitap okuma, resimli kitaplar hakkında çocuğa /aman açıklamalar yapma gibi konularda üst eğitim düzeyindeki bir Annenin daha çok yardımcı olması beklenir. Eğitim düzeyi, genellikle gelir dü­zeyiyle de ilişkili olduğundan evde radyo, TV gibi araçların bulunması, tiyatro­ya, konsere ve sinemaya gitme olanaklarının kullanılması olasılığı yüksektir. Bu etkinlikler de çocuğun yeni yaşantılar kazanmasına ve bu deneyimleri hakkında konuşmasına yardımcı olabilirler. Dolayısıyla, üst eğitim düzeyindeki anne-babaların çocukları, dilin nerede, hangi amaçlarla kullanılacağını, hangi sosyal uzlaşımların dikkate alınacağını daha çabuk öğrenmektedirler.

Sürekli ve yoğun saatlerde, günler boyunca çalışmak zorunda olan anne babaların temel sorunu, çocuğa yeteri kadar zaman ayıramamaktır. Çoğu anne- babada, tamamen çocuklara ayrılabilecek uzun ve boş bir zaman ayıramama üzüntüsü vardır. Oysa çocuğa ayrılan birkaç dakikalık ilgi de onun için çok önemlidir. Yanında bulunulması, onunla ilgilenilmesi, birkaç dakikalık bir süre için bile olsa çocuğa büyük bir yarar sağlayabilir. Sonuçta, çocuğa ayrılan süre­nin uzunluğu değil, o süre içinde yaşanan anne-baba-çocuk birlikteliğinin sıcak sevgi yoğunluğudur. Uzmanlar çocuğa uzun süreli ancak yarım ilgili zaman ayrılması yerine, kısa süreli ancak tüm dikkatin çocuğa verildiği ve anne-baba- çocuk arasında yoğun bir ilgi ve sevgi ortamının oluştuğu birlikteliklerin daha yararlı olduğu konusuna dikkati çekmektedirler. Çoğu anne-baba çocuklan ile yeteri kadar ilgilenmedikleri için suçluluk duymakta, bu suçluluğu pahalı oyun­caklar, çikolatalar, şekerlemelerle karşılamaya çalışmaktadırlar. Oysa çocuğa alınacak hiçbir şey ona gerçekten ayrılabilecek birkaç dakika kadar değerli de­ğildir. Ancak, zaman ayırmak yeterli değildir, bu zamanın bilinçli kullanılması gerekmektedir. Bu süre içinde çocuk anne-baba tarafından sevildiğini, her za­man yanında olunduğunu, güvende olduğunu hissetmelidir.

Annenin yaşı, sosyal düzeyi ve eğitim düzeyi, zaman zaman ekonomik sorunlardan daha öncelikli gelir çocuğun yaşamında. Günümüzde, çocuk-anne diyebileceğimiz annelerin sayısı hiç de az değildir. Cinsel yaşamın çok erken yaşlarda başladığı pek çok ülkede kadının yaşamı boyunca doğurganlığının ortalama artışı göz önünde bulundurulacak olursa, dünya nüfusunun neden bu kadar hızı arttığına şaşmamak gerek. Türkiye, kültürel açıdan kız erkek ilişkilerinde diğer ülkelere göre daha tutucu bir tavır sergilemesine karşın, ülkemizde evlenme yaşının düşüklüğü dikkat çekicidir. Kanunlarımıza göre 18 olan evlenme yaşının çok altında iken evlenen hatta çocuk sahibi olan annelerin, anne-çocuk ilişkisinin anlamını ve önemini yeterince kavrayamamaları, kendilerinin de çocuk olmalarından kaynaklanmaktadır.

Çocuk merkezli aileler kavramı içinde düşünülmesi gereken bir konu da çocuk-anneler konusudur. Ailenin temel bireylerinden birinin çocuk yaşta olması durumunda da pek fazla olumlanmayan bir çocuk merkezli aile, kavramı gündeme gelmektedir. DİE verilerine göre Türkiye açısından için çok önemli bir tablo ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde, 12–14 yaş grubunda bulunun, kendisi daha çocuk sayılan annelerin, sayısı, 5.010.914'dür, üstelik bunlardan büyük çoğunluğu, 4.536.575'i yasal olarak evli görünmemektedir.

Ülkemizdeki bu çocuk-annelerin, çocukları ile kuracakları iletişim, hem kendi­leri hem de çocukları açısından son derece önemlidir. Ancak, bu yaşta evlenme, boşanma gibi yaşamsal önemi olan konularda karar veremeyecek durumdaki insanların çocuk beklemeleri, çocuk aldırmaları, çocuk düşürmeleri, ve anne olmaları bu kişilerin eğitim durumu ve sosyal açıdan düşük düzeylerde oldukla­rını çağrıştırdığından, bu annelerle çocukları arasındaki iletişimin de çok sağlık­lı olmayacağı yönünde umutsuzluk yaratmaktadır.

Avrupa'nın birçok ülkesinde "çocuk" anneler" sorunu yetkilileri ve uzmanları düşündürmektedir. Henüz ço­cukluk çağındayken anne olan kız çocukları, hem aileleri hem toplum için sorun oluşturmaktadır. Sayılara bakıldığında, çocuk annelerin eğitim düzeyi düşük olan ülkeler yanında, eğitim düzeyi yüksek ülkelerde de oldukça fazla olduğunu görmekteyiz. Örneğin, İngiltere'de 13 yaşından küçük çocukların seks ilişkisine diremeyecekleri yasayla hükme bağlı olmasına karşın özellikle İngiltere'de çocuk-anne sayısı hayli fazla görünmektedir. Bu durumda küçük anne yasa karşı­sında "tecavüz kurbanı" sayılırken, kendisiyle ilişkiye giren kişi de "tecavüzcü" olarak görülmektedir.

Sonuçta bu durum, yalnızca bizim ülkemizde karşılaştığı­mı/ hır durum değildir. 13 yaşındaki bir İngiliz kızı olan Sarah'ın Türk genci Musa ile olan beraberliği ve bir çocuk dünyaya getirmesi, basında yansıtılmaya çalışıldığı gibi, Türk yabancı evliliği açısından değil, dünyayı çocuk yaşta anne olmanın ve çocuk annelerin olumsuzluklarından korunması gerektiği konusunda alarma geçirmiştir.

Almanya'da da çocukluk çağında anne olan kızların sayısında artış görülmektedir. Haftalık Stern dergisinin 1999 Eylül ayındaki ilk sayısındaki bir habere göre Almanya'da her yıl 4.800 kız çocuğu anne olmaktadır.Yine de henüz 18'ine girmeden ya da ehliyetini almadan anne olan genç oların sayısı batı ülkelerinde hızla artmaktadır. Bu korkutucu boyut, daha mo­dem bir yaşama sahip batılıların cinsel etkinliklere daha erken yaşlarda girişme­sinden kaynaklandığı gibi, sorunlu yetişen çocukların, bir an önce yaşamlarına bir yön verme, bir çocuk sahibi olarak, anlamsızlaşan yaşamlarına bir anlam Katma eylemi olarak da görülebilir. Modern toplumlarda çocuk-anne sorunları başka nedenlerden kaynaklanırken, ilkel toplumlardaki sağlık kuralları ve doğum kontrol yöntemleri konusundaki bilinçsizlik bu toplumlarda da erken yaş- doğumlara sıkça rastlanmasına neden olmaktadır.

Batı ülkelerinde ve Özelliklerinde Afrika ülkelerinde de çocuk annelerin varlığı gün geçtikçe artmakta ve annelerin neredeyse çocukları ile büyüdüğü bir ortam yaratılmaktadır. Bu eğitimsiz kitlenin çalışma koşulları, batının modem sistemlerinden çok farklıdır, kırsal kesimde yoğunluğunun arttığı görülen çocuk annelerin odaklandıkları asıl konu, tarım ve ev işleri olmaktadır. Bununla birlikte, çocuk anne­ler, çocuk ile daha yakın olduklarından ve günün neredeyse her saatini birlikte geçirdiklerinden, bu annelerin, çocuklar üzerindeki etkisi klasik anne tipinden daha fazladır. Kendileri de çocuk olan bu annelerin çocuklarını benimsedikleri takdirde, onlar ile birlikte sosyal etkinliklere katılabildikleri, kendilerini ve çocuklarını geliştirebilmek için büyük bir çaba gösterdikleri gözlenmiştir.

Dünyada doğan bütün bebeklerin yalnızca 1/10'unun yetişkin bir annesi bulunmaktadır. Bu, her sene, 18 yaşın altında 15 milyon çocuğun doğum yap­ması anlamına gelmektedir. Çocuk yaşta doğum yapanların oranı sürekli an­tiği gibi, pek çok ülkede 20 yaşın altında anne olanların oranı da düşmektedir. Bunun, ülkelerin geri kalmışlığı ve yaşam standartlarının düşüklüğü ile açıkla­nabileceğini iddia edenleri şaşırtan bir gerçek de Amerika'daki çocuk yaştakilerin doğum oranlarının diğer gelişmekte olan ülkelerdekinden fazla olmasıdır "

Anne yaşı ile çocuk yaşı arasındaki fark sürekli bir tartışma konusudur. Çok genç yaşta, anne olmanın fiziksel, eğitsel ve toplumsal sakıncaları olduğu doğrudur. Ancak, günümüz çalışma şartları pek çok ülkede kadınların belli bir yaşam biçimini oluşturduktan sonra çocuk sahibi olmalarına olanak tanımakta­dır. Yaşamın büyük bir bölümünü üniversite ve yüksek lisans eğitimine ve ken­dini geliştirmeye ayıran kadınlar, daha sonra da mesleklerinde yükselme ve kariyer peşinde koşmaya başlamakta ve bu arada evlilik gündeme gelse bile, çocuk kavramı sürekli ertelenmektedir.

Ancak, yaşamda istediği noktaya geldik­ten sonra, ekonomik, sosyal ve diğer pek çok sorunu aştıktan sonra çocuk sahibi olmayı düşünen çiftlerin sayısı hiç de az değildir. Batıda çocuk annelerin yarat­tığı endişelerin bir benzeri de 40 yaşın üzerindeki anneler konusunda da yaşan­maktadır. Bu durum yalnızca çocuğun çok küçük yaşta annesiz kalma riskim değil, çocuğun sağlıksız olma riskini de taşımaktadır.

Özellikle, ikinci hatta üçüncü evliliklerin söz konusu olabildiği, ailelerin çok çabuk kurulup dağıldığı bir ortamda, yeni eşlerden çocuk sahibi olma isteği, kadınların geç yaşlarda da olsa doğumu göze alabilmelerine neden olmaktadır. Tıp uzmanları, kadının doğurganlık yaşını uzatabilmek, hatta menopozu engelleyebilmek için mücadele etmektedirler. Kadınların yaşının ilerlediği durumlardaki doğumlarda genellikle zihinsel özürlü çocukların dünyaya gelmesi riski artmaktadır.

Bu yüzden. Belli bir statüyü kazanana kadar çocuk yapmayan, daha sonra da zihin özürlü çocuk ile uğraşmak istemeyen kadınlar, çocuk yapma fikrinden tümüyle geçmektedirler. Ancak, yeni mikrobiyoloji tetkikleri ile çocuğun sağlıĞının garantilendiği günümüzde, kadınlar annelik duygusunu, geç yaşlarda da olsa tatmaya, sağlık açısından hazır durumdalar. Böyle bir ortamda, eğitim konusunu bitirmiş, iş ortamında istediği yere gelmiş, kendini artık emekliliğin rahatına ve huzuruna terk etmeye ve tüm zamanını çocuklarına ayırmaya hazır durumdaki kadınların doğurganlık oranlarında büyük bir artış gözlenmektedir.

Yeni doğanının sağlığının iyi olması koşulu ile bu yeni ve alışılmadık du­rum, eskilerin nesil farkı dediği uzlaşım sorunlarını da beraberinde getirecek gibi görünmekle birlikte, iyimser açıdan bakıldığında, annenin çocuğuna daha fazla zaman ayırıp, daha çok şey vereceği bir ortam da sunmaktadır.

Nitelikleri ne olursa olsun, modern ya da ilkel, eğitimli ya da eğitimsiz, "anne", çocuğun dünyasında vaz geçilmez bir öğedir. Anne-çocuk ilişkisi, ço­cuğun dış dünya ile iletişiminin başlangıcıdır. Çocuk, pek çok şeyi anneden öğrenir, anne ile paylaşır ve anneyi bir süre için de olsa, yaşamın, dünyanın merkezi gibi görür. Bu yüzden, günümüzdeki annelerin, ve geleceğin annelerinin çok iyi yetişmesi, çocuk sahibi olmadan çok iyi düşünüp, eğitilip, onlara verebile­ceklerinin en iyisini verebilmek amacı ile hazırlanmaları gerekmektedir.

Çocuğun dünyasında anne önemli olduğu kadar, annenin dünyasında da çocuğun belli bir önem taşıması gerekmektedir. Çocukları, bakılacak, eğitilecek, geleceği yetiştirilecek birer model olarak gören annelerin yerini, çocuğu bir statü sembolü, bir gelecek garantisi ya da bir baş derdi, geçici bir misafir olarak gören anneler aldığında, çocuk anne ilişkisi zedelenir.

Annelerin genellikle kız Çocuklarına düşkün olduğu ve kız çocukların da babalarına eğilim gösterdiği bilinir. Benzer biçimde, erkek çocukların annelerine olan düşkünlükleri de onların yaşamlarının en önemli öğesidir. Özellikle çok çocuklu ailelerde, anneye düşen bir başka görev de çocuk ile birebir iletişimin düzenli kurulması, ayrıca Çocuklar arasındaki iletişimin düzenli kurulmasının da sağlanmasıdır. Kız erkek . büyiik-küçük gibi çocuk ayıranı yapılmadan, kardeşler arası aşırı kıskançlıklara düşülmeden yaşanılan bir çocukluk, kardeşler arasında kan bağından öte bir dostluk ve arkadaşlık kurulmasına neden olur. Bu bağların kurulması ya da kurulmasın da yine annenin aile içinde kurduğu düzene, birey olarak çocuklara gösterdiği özene bağlıdır.

Bunların dışında, günlük yaşamda çok fazla stres içinde olan ve her türlü sorunla boğuşmak zorunda kalan anne-baba, kendi yaşamının ne kadar zor oldu­ğunu, neden çocuğuna yeteri kadar, ya da onun istediği kadar çok zaman ayıra­madığını sıklıkla dile getirmekte ve çocuğunun kendisini anlamasını arzu etmek­tedir. Bir arkadaş gibi günlük sorunlarını ve mutluluklarını paylaşan anne-baba ilk çocuk ilişkisi daha rahat, daha yoğun ve daha sıcak bir duruma gelmektedir, Bu tip bir ilişki genellikle çocuğun hoşuna gitse bile, çocuk, kendini asla büyüğün arkadaşı olarak görememekte, bunu yalnızca belli konularda ortaya çıkan bir samimiyet olarak değerlendirmektedir. Çünkü anne-babası ile iletişimi, çocuk arkadaşları, yaşıtları ile olan arkadaşlığından farklı bir değer ve konumdadır.

Ayrılık, ölüm, maddi sıkıntılar gibi zor ve çözümsüz durumlarda, anne baba birlikte ya da ayrı ayrı, çocukların birer yetişkin gibi düşünmelerini, davranmalarını onları anlamalarını, anlayış göstermelerini ve sorunlara katlanmalarını hatta çözmelerini beklemektedir.

Günümüzde eşlerin nikahsız birlikte yaşaması, hatta çocukların evlilik dışı başka kardeşleri olması gibi konularda gerekli toplumsal ve duygusal desteği öncelikle kendi çocuklarından görmek isteyen anne-babalar, bu durumları bir yetişkine açıklarmış gibi çocuklarına açıklamaya çalışmakta bir taraftan onların desteğini kazanarak bir çeşit rahatlama saglamaya diğer taraftan da çocukları ile sürdürmekte oldukları ilişkiyi ve var olan düzeni sürdürmeyi amaçlayarak çocukların ayrıca sorun yaratmamasına çalışmakta Oysa, çocuk gözüyle, bu tür konuların onlarda çok derin izler bırakabileceği onları yaşama uyumsuzluk noktasına getirebileceğini göz ardı etmektedirler.

KAYNAK: NİLÜFER PEMBECİOĞLU İLETİŞİM VE ÇOCUK