Aşk Daima...

aşk psikiyatrist psikoog nirvanGün geçmiyor ki aşka dair bir söz kulağımıza çalınmasın. Ondan bu kadar çok söz edilmesi, onu pek az bulmamızdan mı? 'İnsan, uzağa düşendir' deniliyordu Reversal of Fortune filminde. Aşk bu kaderi tersine çevirme çabası mıdır? 'İnsan ilişki arar' der Fairbairn...>

Gün geçmiyor ki aşka dair bir söz kulağımıza çalınmasın. Ondan bu kadar çok söz edilmesi, onu pek az bulmamızdan mı? 'İnsan, uzağa düşendir' deniliyordu Reversal of Fortune filminde. Aşk bu kaderi tersine çevirme çabası mıdır? 'İnsan ilişki arar' der Fairbairn. Kelam-ı Kadim'i değiştirir bazıları, 'önce ilişki vardı' derler. 'Başkasının yüzü beni benliğimden başka tarafa yönelterek yükümü hafifletir'. Aşk bir ilişki arayışıdır. Bu yazıda aşkın ruhbilimsel ve ruh çözümsel kavramlaştırmalarına değineceğim.

AŞK, YENİDEN...

Bu düşünceler psikanalize taşındığında benliğin yitik ve sahipsiz vecheleri üzerine odaklanılmıştır: Kendi benliğimde eksik olanı ötekinde yüceltirim ve bu yüceltilmiş ötekiyle birleşerek bende eksik olana kavuşur um. Ancak yüceltme bir bumerang gibi geri de dönebilir: Ne zaman ki sevgili, arzularımı yansıtacağım, kendimde eksik bulduğumu bana geri verecek bir işlev görmez, o zaman hakir görülmeyi hak eder. Bu açıdan bakıldığında aşık olmak, ötekinde kendi 'yitik cennet'imi bulduğum, yüceltilmiş benlik imgemi sevgili vasıtasıyla yeniden içime aldığım bir imkanı temsil eder. Romantik aşkın bel kemiğini oluşturan şey, gerçek bir kayıp duygusu hissetmeksizin teslimiyettir, öyle ki aşkın gerçekleşme ihtimali ne kadar uzaksa aşkın ateşi o kadar harlı olur. Ulaşılamayan güçlenir ya da Freudyen deyişle, ancak baskı altında tutulan cinsel dürtülerdir ki insanlar arasında uzun erimli bağların oluşmasına yol açar'. Aşkla sarmalanmış ne de çok duygu vardır: Kıskançlık, saldırganlık ve öfke sırası geldiğinde aşkla yer değiştirirler. İlk kuramcılar aşkı anlamak için ana- çocuk bağına müracaat ettilerse de daha sonraları gelişimin daha geniş toplumsal bağlamı dikkate alınmıştır. Aşk bir sevgi nesnesiyle ilkel bir birleşme olarak görülmeyecektir artık, o çok boyutlu bir yüceltme ve özdeşleşme sürecinin ürünüdür. İdeal aşk kavramı en kamil ifadesini ilahi aşkta bulacaktır, bu durum, Julia Kristeva'nın deyişiyle kişiyi sükuna erdiren, Narcissusun arzu ve öfkesinin zafer ve mağlubiyetleriyle pek de gizlenemeyen o yaralarını iyileştiren bir kuvvettir. Sevgiliye ego idealinin arzu edilir vasıflarını yerleştiren kişi, özdeşim yoluyla onlara sahip olur. Erkek aşık olmakla ideal anneye, kadın aşık olmakla ideal babaya kavuşacaktır ve böylece özlenen birlik gerçekleşecektir: Ben ve öteki, baba ve anne arasındaki bu birleşme ideal benliği doğuracaktır.

AŞKIN PSiKANALiZi?

Toplumsal davranışın en temel saiklerinden birisi ilgi gösteren ötekiyle samimi ilişkiler kurma arzusudur. Olgun biçimiyle samimiyet, pek çok kişinin başarmakta zorlandığı bir durum olarak karşımıza çıkar. Başkaları tarafından arzu edilmek, beğenilmek ve anlaşılmak hayatımızı iyi bir biçimde yaşadığımız duygusunu sağlar bize. Diğerlerinde ilgi uyandıramamak kişide özgüven kaybı, yetersizlik, çöküntü ve yalnızlık hissine yol açar, ne yol açar, bu kimileyin tahripkar dürtüler e de dönüşebilir. Freud samimi ilişkiler kurma yolundaki olgun teşebbüslerin akim kalmaya mecbur olduğunu öne sürmüştür:
Bu teşebbüsler, bebek-anne arasındaki bağ- da mündemiç olan o emniyetli tatmini yeniden yaşamaya yönelik olduğu için, ümitsiz çabalardır müellife göre. Erkek çocuk aslında annesine aşıktır, cinselliğin meşru görüldüğü kadınlar ona yabancı kadınlardır oysa, bu yüzden de her aşk bir anne arayışı ve o anne bulunmadığı için de bir hüsrandır. Duygu ve cinsellik bilinçdışı bir surette ayrılmıştır, anne ve babayı birer cezalandırıcı imge olarak içe alan kişi, çocukluğunda arz u ettiği ebeveynine benzer bir biçimde, farklı ve yeni bir arzu nesnesini hedef edinmiştir. Bu yeni durum, ebeveynden başkasına yönelen bu sevgi, o cezalandırıcı ana baba imgesine karşı kişinin kendisini koruyu u bazı savunmalar geliştirmesine yol açar. İlk savunma arzu nesnesine karşı zahidine bir tutumla yaklaşmaktır. Kişi romantik itki erini savuşturmak için arzu nesnesini de ersizleştirir. İkinci savunma düzeneği arzu a karşı bir ahlaki mazoşistik zırha bürün ektir. Kişi yeni arzu nesneleri edinme işti akını bilinçdışında ana bahanın içsel imgelerine karşı bir ihanet olarak yaşamaktadır. Bu temel günahtan kaçınmak için, farkına varmaksızın, muhatabında kendisini reddetmeye dönük tutumlar uyandırmaya çalışır. Psikanalizin aşk kuramı fazlasıyla kasvetli bir koridordur: Bu koridorun hiçbir kapısı merhamete, aşkınlığa, diğerkamlığa, olumlu ve hasbi duygulara açılmaz. Bu yüzden olsa gerek, aşk üzerine düşünen psikanalistler, olgun bir duygusal bağ veya bir samimiyet arzusu yerine cinsel ihtiraslar üzerinde dur ayı yeğlemişlerdir. Freud'un insan tabiatı hakkında kötümser ve kötücül bir bakışa sahip bulunduğunu biliyoruz. Aşkın başka halleri olabileceğine fazla ihtimal vermiyordu besbelli, nasıl ana-çocuk ilişkisinin pederşahi ailede evrensel tek bir modeli olduğunu düşünüyorduysa aşkın da çocuksu tepkilerin tekrarından ibaret olduğunu düşünüyordu. Oysa anne baba ile çocuk arasındaki ilişkinin 'ödipal' durakta takılı kalmadığını, ödip karmaşasının da antropolojik verilerle tartışır hale geldiğini, sağlıklı ailelerde çocuğun bağımsızlaşmasına ve eşit bir ilişki geliştirilmesine izin verildiğini bugün biliyoruz. Bugün kimi yazarlar Freud'un aşk ı kavramlaştırma biçimine onun suçluluk duygusuyla utancın dinamiklerini karıştırdığını söyleyerek itiraz etmektedirler. Suçluluk duygusu kolaylıkla tanınabilir ve kontrol edilebilirken utanç sıklıkla bedensel belirtil erle yaşanır ve onu açığa vuracak kanallar da yoktur. Suçluluk duygusunda gurur saklıdır; suçluluk duygusuyladır ki kişi yanlışı ve kötüyü seçme gücünün olduğunu kabul eder. Oysa utançta insan kişisel gücün yokluğunu hisseder. Kişi kendisinde var olduğunu fark etse bile utancı nasıl itiraf edebil ir ki? Freud'un kendi (güçlü) annesiyle olan karmaşık ve ikircimli ilişkilerini çözümleyememesinin onu bir utancın sularına bıraktığı, kendisinin de bu utancı hiç fark edemediği, bu yüzden insanın duygusal çatışmalarının temeline suçluluk duygusunu yerleştirdiği dile getirilmiştir.

KALP VE GÖZ

Aşk sevdiklerimizin yüzüne tuttuğumuz bir ayna olabilir ama romantik' aşkta aynayı sıklıkla sevdiğimizin yüzüne değil kendi yüzümüze doğru tutarız. Muhatabımızla karşılıklı olarak birbirimizi geliştirdiğimiz bir ilişki değil de karşılıklı olarak narsizmalarımızı pekiştirdiğimiz, gönül okşayıcı bir ilişki kurarız. Ebediyet arzusuyla kıvranırız: Keşke sevdiğimin gözündeki yüceltilmiş imgemi sonsuza dek saklayabilsem, keşke zaman dursa da sonsuza dek bu saadet çeşmesin en su içsem! Kendi kalbimle severim onu, belki de derdim sevmek değil sevilmektir, ayrılık saati gelip çattığında 'benden ne istediğini, beni nerelere koyduğunu hiç anlayamadım' deyişim belki de bundandır. Sevilme arzusu bir türlü kanmak bilmez. Aşk bu yönüyle bir infilak halidir: Beni seviyorsan benim bir parçamsın, sana duyduğum aşkla yüceliyorum. Beni sevmiyorsan benim sevdiğim kim? Aşkının bana verdiği acıyla yüceliyorum. Bu acıyı bu dünyada yalnız ben çekebilirim, o halde sen beni sevmesen de ben beni seviyorum. Batı uygarlığının göz merkezli bir uygarlık olduğu dile getirilmiştir. Göz tensel aşkı kışkırtır. Öte yanda Doğu, aşkı söylenemeyende arar, imada, endam ve süzülüşte. Doğu aşkları o eşsiz suskunluktan, örtük olandan, o sevip de açıktan söyleyemeyiş halinden beslenir biraz da. Oysa dışa vurulmayan, bir kalemde patoloji hanesine yazılır Batıda, duygu ancak sözel olarak dışa vurulduğunda sıhhatlidir. Doğu'nun aşkı ise sözsüz bir dünyada dolaşır gibidir, o Mecnun olup çöllere düşmek, Ferhad olup dağları delmekle ifadesini bulur, yani zahmetle, oluşla. Doğu 'seni sevmekle yüceliyorum' demez de, adeta 'sevmekle yüceliyorum' der, yol menzilin ta kendisidir. Göz odaklı bir 'uyarılma' uygarlığı karşısında kalp odaklı bir 'oluş' uygarlığı. Burada aşk yeni bir açılım kazanacaktır, Leyla'dan Mevla'ya giden yol, aşığın oluş cehdiyle inşa olur. Maneviyatı insanın varoluş hiyerarşisinde en üstün mertebeye yerleştirmeyen bir uygarlığın, aşkı kavramlaştırmak konusunda kısır kalacağını ve psikanalizin Doğulu bir aşkı tarif ve tavsif etmekte bize yardımcı olamayacağını evvel emirde teslim etmek gerekir.

Popüler Psikiyatri Mart-Nisan Sayı : 12 Doç. Dr. Kemal SAYAR / Psikiyatri Uzmanı