İnsanın Eşyalaşma Süreci

Alışveriş gerçek bir hastalık mı? Uzmanların çizdiği tabloya bakılırsa, alışveriş dizginlenemiyorsa, hastalık hali kesin! Hastalığın yan etkileri ise daha kötü. İnsanı insan yapan bütün değerlerden sıyırıyor ve bir “şey” haline getiriyor. Çağımızın tehlikeli hastalıklarından biri olarak anılan bu sendromu taşıyan insanın tedavisi için bazı özel hastanelerde uzmanlar bile isdihdam edilmiş! Alışverişte elde ettiği eşyayla mutluluk ya da güç arayan kişi, yeni “şey”in sağladığı sahip olma dürtüsüyle geçici bir mutluluk kazanabiliyor. Ardından kendin i eskisinden daha derin bir depresyon içinde bulabiliyor. Aslında içinde “yaşamadığı” bir hayatın parçası haline gelebilmek için bir çırpınış bu. Kumru ile Kumru isimli romanında bu konuyu ele alan Yazar Tahsin Yücel’le insanın eşyalaşma sürecini konuştuk.

Bir davranış, normal sınırları aşarsa, ondan hastalık” ya da “sendrom’ olarak söz edebiliyoruz. Çevremize baktığımızda bazı sendromların somut örneklerini görmemiz mümkün. Birçok insan ekonomik gücünü aşarak sürekli” alıyor”. Bu noktada klinik bir müdahale gerektiriyor olmalı ki bazı özel hastaneler ‘kronik shopping’ adıyla tanımladıkları bu hastalığın tedavisine koy uluyorlar. Sınırları tam konulmamakla birlikte ‘Herhangi bir gereksinim olmadığı halde, gelirini aşan düzeyde alışverişte bulunmak’ şeklinde bir de tanımı söz konusu. Hatta İngiltere’de Stanford Üniversitesi’nde bu çerçevede yapılmış bir araştırma da var. Tüketimi artıran faktörlerin başında suçlu olarak reklamlar, vitrinler ve marketler gösteriliyor. Burada kast edilen, masum vitrinler değil. Bazı mağazalar, uzmanlar eşliğinde rafları, vitrinleri dizayn ediyorlar. Bu “tuzak düzenleme” sonucunda ihtiyacınız olmayan onlarca eşyayı alıp eve götürebiliyorsunuz? Ama bizim yazımızın konusu, bir takım dış etkenlerin kışkırtılmasıyla değil, bizzat dizginlenemeyen bir içsel dürtüyle mağazalara, vitrinlere koşan insanların ruh hali..

Eşya fetişizmi gibi
Alışveriş eden insanların pek çoğunun mutsuz olduğu kesin. Artı stres ve kaygı da yaşıyorsa, hiçbir mantığa dayanmayan alışverişler yapabiliyorlar bu insanlar. ‘Eşya fetişizmi” denebilecek kadar çılgınca alıyorlar. Bir eşyaya (giysi veya herhangi bir ev eşyası da olabiliyor) sahip olma hırs ı ile yanıp kavruluyorlar. En temel yanılgıları da mutlak mutluluğun o eşyaya sahip olduktan sonra elde edilmesi fikri.

Bu hastalar alışveriş ettikleri ürünler sayesinde “güç” ve “onay” peşindeler. Kimi haset için, kimi de sevgi için yapıyor. Haset adın a hareket edenler “Şu çizmeleri giyip caddede yürüdüğümde, bizim sokak hasedinden çatlayacak” düşüncesi içindeler. Kıskançlık ve haset duygusunu açığa çıkarmak için reklam yazarları da ellerinden geleni yapıyorlar! Şampuan ya da ayakkabı ya da bir pırlanta yüzük... Hepsini satın alın ve diğer hemcinsleriniz çatlasın’ imajı, son yıllarda birçok reklama hâkim oldu. Peki, eşya tutkunlarının cinsiyeti ağırlıklı olarak nedir, diye merak ederseniz, ilk bakışta kadınlarmış görünse de, bir erkeğin de aynı tutkuyla farklı alışveriş mekânlarında dolaşmayacağını kimse garanti edemez. Bir kadın bir şampuan ya da bir güzellik ürünüyle kendinden geçebiliyorsa, bir erkek de son model bir arabanın bulunduğu galerinin önünde ağzı açık uzun zaman kalabilir. Kendini değersiz hissedip, bunu yükseltmek amacıyla alışveriş edenlerin, eşyayı satın aldıktan sonra düştükleri durum daha da kötü. Mala sahip olur olmaz kısa bir tatminin ardından, daha şiddetli bir değ ersizlik ve yetersizlik duygusuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bunun için hemen bir başka mağazada, daha önce “takıntı” haline getirdikleri başka bir eşyaya doğru bil inçsizce yöneliyorlar.

Ben aldım, sen aldın, o aldı

Tam da bizim bu yazımıza denk düşen bir roman var: Kumru ile Kumru. Yazar Tahsin Yücel eşyalarla olan tutkulu bir ilişkiyi” ele almış romanında. Bir kitapta verilmek istenen mesajı herkes farklı algılayabilir. Benim algım şu yöndeydi: Sahip olduklarımız en sonunda bedenimizi ve ruhumuzu işgal ediyor ve asıl olarak onlar bize sahip oluyor! Bir yerde gerçekten de öyle. Bize sahip, bize egemen oluyor eşyalar... Eşyalar gittikçe evlere yerleşiyor. Tıkış tıkış bir halde olan bu evlerde, insanlara oturacak bir koltuktan başka yer bırakılmamış aslında. Eşyalarla adeta tutkulu bir ilişki yaşayan tüketiciler, aldıkça alıyorlar. Gardroplar gittikçe büyüyor. Eskiden iki kapılı dolaplar işi görürdü. Şimdi odanın koca bir duvarını boydan boya kaplayan gardroplar bile yetmiyor. Yığdıkça yığıyorlar, değiştirdikçe, değiştiriyorlar. Çocukların çoğu da “al al” denilerek büyüyor.. Yolda yürürken insanların konuşmalarına kulak kabarttığınızda hap kelimeler duyuyoruz: Şunu aldım, bunu alacağım, öteki aldığımın taksidi bugün, sen bunu yeni mi aldın, mağaza- da gördüğüm o bluzu aldım, kampanyadan ayakkabı aldın mı? Yaşam, alma üzerin e kuruldu neredeyse.”

Psk. Arzu Elemek
Alışveriş toplumun bir yaptırımıdır

Tüketim konusunda toplumdaki aşırı yönelimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk toplumunu birinci derecede etkileyen ülkenin rejimidir, bir takım aksaklıkları içinde barındırsa da günümüzde kapitalizm rejimi gündemde. Hem mal çeşitliliği bulunuyor hem de var olan malların korsanları bulunduğu için bu çeşitlilik daha da artıyor doğal olarak. Ben birçok insanın bu kadar çeşit karşısında seçici davranmayıp hemen her şeyi satın alma davranışına yöneldiklerini düşünüyorum. Alışveriş, bugün toplumun bize bir çeşit yaptırımı gibidir.

Var olan ruhsal bozukluğu tetikleyebilir mi?
Evet, insanları bir müddet sonra doyumsuz yapabilir. Ayrıca tüketimde bir de kadın erkek ayrımı var. Kadınlar için daha fazla çeşit ürünün üretildiğini görüyoruz. Kadınlar, daha fazla çeşide maruz kaldıkları için daha fazla tüketici oluyorlar.

Bir buzdolabına tutku

Kumru ile Kumru adlı romanda kadın, evindeki buzdolabı için çıldırıyor adeta. Yiyecek dolu, ışıltılı bir mekân olarak, ona çok özel muamele ediyor. Kumru adlı kadının eşyaya bağlılığı inanılmaz boyutlarda. Tutkuyla bağlandığı eşyalar, bir süre sonra onun hayatını eşyalaştırıyor. Eşyanın “imparator” olduğu romanda, ironik bir üslup var. İnsan eşyanın kölesi olarak çaresizdir. Hatta onun boyunduruğu altına girmiştir.. Bu “şeyleşme’ sürecini yazar ustalıkla kal eme almış. Eşyalaşma ve kişiliksizleşme ruh hali, Kumru’nun üzerine oturmuş. Hırçın, depresif, insanlarla iletişim kurmakta zorlanan bir insana dönüşen genç kadın, artık herkesi sahip olduğu eşyalarla değerlendirmeye başlamıştır. İ.Ü. Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde profesör olan Tahsin Yücel, şimdiye kadar birçok çeviriye ve romana imza attı. Çok sayıda ödüle sahip oldu. Yücel’le “Kumru ile Kumru” romanından yola çıkarak, insanın eşyalaşma sürecini konu alan bir sohbet gerçekleştirdik.

İnsanın eşya ile ilişkisini çok güzel betimleyen bir kitabınız var. Kumru ile Kumru.. Bir buzdolabına bir kadının tutkuyla bağlılığı anlatılıyor. Bu fikir nereden çıktı.
Eşya tutkusu, çevremizde gördüğümüz bir tutku. Mesela bazı kişilerin pazar günü ilk işi arabalarını yıkamak olur. Onu tutkuyla silip, temizlerler. Fakat günümüzde eşyalar a daha büyük bir düşkünlük var. Yani eşyalar, insanın yaşamında eskiden olduğundan daha fazla yer tutuyor. Şimdi tüketim söz konusu olunca eşyanın sürekliliği o kadar kalmıyor. Durmadan değiştiriyorlar.

Bir yandan neredeyse “gösterme” hastalığı gibi değil mi?
Eşya olgusu bazılarında gerçekten bir tutku biçiminde. Bazılarında ise gösterme’ tutkusuyla da birleşiyor. Örneğin lüks bir araba ile yolculuk etmek. Öteki arabası işin i görürken, daha yenisi çıktığı zaman tutup bunu satın alıyor. Evine misafir geldiği zaman yepyeni, modern eşyalar “görsün” istiyor. Yani üstünlüğünü görme aracılığı ile kanıtlamak istiyor. Eşya deyince kullanılan, yaşamımızı kolaylaştıran şeyler aklımıza geliyor. Ama bazıları için farklı bu. Tüketim toplumunda bu çok farklı.

Alma, atma ve değiştirme üçgeni içinde insanların “şeyleştiğini” söylüyorsunuz?
Romanım hakkında tüketim toplumunun bir eleştirisi olduğu noktasında yorumlar çıktı. Bu doğru. Kitabın kahramanı Kumru, kasabalı bir kadın . İlk başta kendi basit eşyalarına düşkünlüğü var. Ama buzdolabı ile ilişkisi tam bir tutkuya dönüşüyor. Başkalarında da benzer tutkuların olduğunu görüyoruz. Diyelim bir araba. Arabayı yeni bir modelle hemen değiştiriyor kişi. Yani eskidiği için değil, bu değiştirme. Durmadan yeniliyorlar, koltuk, buzdolabı veya araba olsun... Birçok eşya için insanlar buna zorlanıyorlar da. Bir bilgisayarı, iki yıl kullandınız mı değiştirmek zorunda kalıyorsunuz. Yani öyle yapıyorlar ki, cihaz da bozulmaya başlıyor, siz yenisini alasınız diye! Bu konuda sürekli yayın yapılınca değiştirmek istiyorsunuz. Size o lazım değil ama en sonu odur, en modern odur diye onu alıyorsunuz.

Siz bir söyleşinizde, bu tutkunun varlığının TV ile ilişkisi olduğunu söylüyorsunuz.

Elbette. TV’de ağırlıklı olarak reklamlar ve orada da ağırlıklı olarak eşyadan söz ediyorlar. Vitrinler de öyle. Bütün bu araçlar bizi alışverişe zorluyorlar. Örneğin ‘şu tür eşya artık kullanılmıyor, değiştirmek gerekir’ diye bir görüş yayılıyor.

Uzm. Dr. Mustafa Güveli
Kredi kartlarını şişiren hastalar
Tüketim konusundaki aşırılıklar hemen aklıma iki patolojiyi getiriyor. Bunlardan ilki, obsesif kompulsif bozukluktur. Bu sorunu yaş ayanlar, ihtiyaçları olmadığı halde eşya satın alabilir, kendilerine hâkim olmakta güçlük çekebilirler. Diğer yandan, anksiyetenin yoğunlaştığı zamanlarda sebepsiz ve zamansız alışveriş yapan, daha sonra kredi kartlarını şişiren insanlarla biz psikiyatristler sıkça karşılaşıyoruz.

Yoksul aileler de onun (alışverişin) tutsağı.. Örneğin işlevleri yerinde ama “eski” olan ütüyü atıyor ve yeni bir ütü alabiliyorlar. Çocuğunun belki de süt parası... Temel ihtiyaçların da önüne geçebiliyor alışveriş.
Buna şu yönden da bakmak lazım. Alışveriş, bir anlamda “çoğalma”, “dışarıya açılma” diye düşünülebilir belki ama aslında bir yerde de bu kadar çılgınca alışveriş, aslında insanların dış dünyaya “kapanması” demektir. Tıpkı tek değerin TV olması gibi . Oturduğu yerde hiç kıpırdamadan TV izlemekle bazı insanlar doyum sağlıyor örneğin. Bir yerde alışveriş bütün yaşamı dolduruyorsa ve her şeyimiz onun sınırları içinde kalıyorsa, aslında bu bir kapanmadır. Bütün o aşırı iştahla aldığımız her şey, giysi vs. koparıyor bizi başka şeylerden. Benim kitabımın kahramanı Kumru da kente ayak uydurmak istiyor ama beceremiyor. Kurtuluşu yalnızca eşyada gördüğü için, o tarafa yöneliyor.

Yaşam, satın alma üzerine kuruldu neredeyse, ne dersiniz?
Bir yerde öyle. Bir tür değişim isteği, başka türlü görünme derken, tek biçimliliğe doğru evrilme söz konusu. Yaşam bir eşya tutkusuyla tek biçimli oluyor. Bir kitap, bir müzik dediğiniz zaman oralarda açılırsınız. Bu tip eşyalarla, giyimdi, şuydu buydu derk en ister istemez kapanıyorsunuz. Aslında yaşama, dünyaya yabancılaşıyorsunuz. Hatta evinizde bile aynı şey söz konusu olabilir. Örneğin “Şu yerdeki halıları göre göre alıştım’ deyip, eskimeden değiştirmek de bir yerde yabancılaşmadır. Sanki kendi evinizde değil de otelde olsanız daha rahat edecekmişsiniz hissine kapılmak da mümkün. ‘Durmadan değişsin, eskisi gitsin yen isi gelsin’, dediğiniz zaman, yere tam sağlam da basamıyorsunuz sanki. Hafta son unda koca günü bir alışveriş merkezinde, o havasız yerde geçirebiliyor insanlar.

Marka tutkusu mu oralara taşıyor?
Eskiden ‘şu mağazanın malı iyidir’, der satın alırdınız. Şimdi marka olgusu çıktı. Onaltı yaşındaki bir delikanlı şu marka pantolon diyor ve eğer o marka olmazsa alınan pantolon onun için bir anlam taşımıyor. Bunda reklamların da etkisi var. Geç enlerde gazetede okudum. Avrupa’nın en yoksul ülkesi Türkiye diyorlar. Ama bizim gördüğümüz resim farklı. Siz işlek caddelere baktınız mı, ne kadar fazla jeep dolaştığını gördünüz mü? Paris’te, işlek bir cadde üzerinde oturup bir saat içinde trafiği gözlemleyin, en fazla 5 tane jeep geçer yoldan. Türkiye’de ise en az 25 Jeep sayarsınız bir saat içinde... Bu da ilginç. Jeep ne kadar ihtiyaçtır ki şehir caddelerinde bu kadar fazla dolaşıyor?
Sonuçta şunu söylemek lazım: Her şey aşır ı olduğu zaman, tutkuya dönüştüğü zam an, bir yerde hastalık niteliğine bürünüyor. Yani toplumumuzdaki bu tüketim nesnelerine düşkünlük de çoğu kez bir hastalık durumunu alabiliyor. Ben, eşim ya da kızım, gerekli gereksiz sürekli alışveriş yapıyorsak, bu patolojiktir. Türkiye’de ise bu durum artık, toplumsal bir hastalık niteliğine bürünmüştür.

Uzm. Dr. Emre Kızıltan
Çok ciddi bir sorunun belirtisi olabilir
Günümüzde kaygıyı gidermenin bir yolu olarak alışveriş yapmak, karşımıza çıkabiliyor. Kaygılı insan nasıl abur cubur yemek yerse, aynı zamanda abur cubur alışveriş de yapabilir. Alışveriş konusundaki bu normal dışı yönelim, kaygının bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Obsesif kompulsif bozukluk ve bunun obsesif kompulsif spektrumu dediğimiz bir grubunda da insanların hakikaten kendilerine hakim olamadıklarını, kontrolsüz şekilde alış veriş yaptıklarını görüyoruz. Bu durum, hakikaten bir rahatsızlık boyutunu alıyor. Bunlara ek olarak, normal alışkanlıklarımızın dışına çıktığımız durumların da ciddi rahatsızlıkların belirtisi olabileceğini unutmamalıyız. Örn eğin manik bir epizoddaki kişi çok aşırı alışveriş yapmaya başlayabil ir. Bu durum, manik epizodun gelmekte olduğunun ya da geldiğinin habercisi olarak yorumlanır. Bu tür aşırı alış veriş davranışlarında, ciddi bir rahatsızlığın gelmek üzere olduğunu düşünürüz.
İnsanların insanlara değil de eşyaya bağlılığı, insanla ilişki kurmak yerine eşyayla ilişki kurması gibi bir yaklaşım var günümüzde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu, insanların var olan dünyaya gösterdiği uyum olarak değerlendirebiliriz. Eğer günümüzde kapitalizmi yaşıyorsak, böyle yaşayacağız. Şu an söz konusu olan böyle bir sistem olduğu için, insanlar da buna uyum sağlıyorlar. Bunun sağlıklı olup olmadığını ayrıca tartışabiliriz. Bu da akla, insanlar bundan dolayı mutlu olabilir mi, sorusunu getiriyor. Bana kalırsa, herhalde mutlu olamazlar, derim. Satın almanın son u yoktur. Bu da sonunda insanları ister istemez sorunlu bir duruma sokacaktır.

Popüler Psikiyatri / Ayla ÖNDER