Çocuk Ve Okul İletişimi

Toplumsallaşmanın gereği olarak bilgi veren kurumlar okul olarak adlan­dırmakta ve toplumların görevi olan kültürlerini sürdürmek ve geliştirme işlevini yerine getiren okullar da yetişmekte olan kuşağın eğitim ve öğrenimini biçimlendirerek bu işlevi gerçekleştirmektedirler. Okul yalnızca belirli öğrenme kalıplarının gerçekleştirilmesi sorumluluğunu taşımaz, toplumsal kimliğin bir yönünü bireye sunan ya da bireylerin toplumsal kimliklerine yeni anlamlar yükleyen bir iletişim ortamı da sunar.

Eğitim ve iletişim söz konusu olduğunda satranç tahtası benzetmesi yapı- Malzemesi ne olursa olsun, ister çok ucuz isterse çok pahalı, oyun sahası hep aynıdır. Hep siyah beyaz kareli. Karelerin sayısı da ne azalır, ne de çoğalır. Taşları ne kadar özenli üretim ya da sıradan olursa olsun, hep aynı yerde dururlar oyunun başında. Oyun kuralları da aynıdır; belli yerde yan yana, karşı karşıya gelen belli taşlar, bu kurallara göre kazanır ya da kaybederler. Yine de, oynanan oyun hep bir başka oyundur, bir öncekine hiç mi hiç benzemeyen, oynayanlarla ruh bulan güzelleşen. Her bir hamle, her bir yeni adım, değişik stratejiler yeniden düzenlenen turnuvalar, kazananlar, kaybedenler...

Bu açıdan bakıldığında, çocuk, anne-baba, toplum üçgeni de hiç değişmez. Hep aynıdır aslında: tıpkı satranç tahtasının kareleri gibi çocuk doğar okula gider, mezun olur. Çocuğun büyümesi, evden bir anlamda ayrılması, okula gidişle özdeştir. Çocuğun mezun olması, okuldan ayrılışı ise yetişkinleşme iş bulup çalışmave artık kendi ayakları üzerinde durup, kendi yükünü taşıyabileceği anlamına gelmektedir.

Artık, yaşamı paylaşabile­ceği yaşamına ekleyebilecek, kendi ailesini kurabilecek duruma gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında öncelikle ev ardından okul, çocukluğun mekânıdır. Uzmanlar tarafından yaşama hazırlandığı, yaşam boyu kullana­ bileceği becerilerle donatıldığı, kendini geliştirebileceği, ifade edebileceği ola­naklar yaratarak onu yaşama en uygun biçimde konuşlandıracak bir fırlatma merkezidir sanki. Ortaya çıkabilecek her türlü aksaklıktan ise birileri sorumlu­dur. Ben, sen, o, biz, siz, onlar... Herkese göre bir başkası sorumludur.

Çocuğun okuldaki hazırlanma işlevi göz önünde bulundurulduğunda, öğ­retmenin işlevi ve önemi de burada karşımıza çıkmaktadır aslında. Bir yani öğretmenlerin ve öğretmenliğe hazırlanan bireylerin yetişme ve topluma konuşlandırılmasındaki sorunlar vardır, eğitimin merkezinde. Bunun yanında, gerek toplum baskısı, ekonomik şartlar, gerekse eğitimsizlik yüzünden çocuğunu ge­reksiz korkulara, kurallara hapsetmeye çalışan, iletişim kurulamayan ailelerin­den iki adım da olsa uzaklaşıp okula gelen, çocukluk mekanına sığınmakta olan bu minik bireyleri, yeni iletişimsizlik duvarları ile karşılayacak olan ya da bun­ları yıkacak olan bir konumdadır öğretmen. Yaşamı sevdirecek, ümitler verip düşler kurduracak, yaratıcılığı zorlayacak, girişimciliği destekleyecek, birey olma hakkını ve biçimini aşılayacak olan kişidir. Öğrencisini birey olarak konumlandıracak, söylediği ve söyleyemediği her şeyi önemseyecek, kendisinin göremediği özelliklerini ona gösterebilecek, farkında lık yaratacak 'biridir.

Gerektiğinde hatalarını düzeltecek, doğruyu yanlıştan ayırabilecek anahtarlar suna­cak, bilgi kapılarını açacak, saydam, nesnel ve sevgi dolu olacaktır. Okul öncesi hazırlık döneminde ve özellikle de ilköğretim aşamasındaki çocuklar için, babasında görmediği sevgi ve saygıyı sunacak olan kişidir öğretmen. Çocukların pek çoğu günümüzde anne babasından daha çok zaman geçirmektedir Öğretmenle. Sınıfta, bir diğer deyişle, okulda yaratılan yapay sosyal ortamda tek tipleştirilmeye çalışılan öğrencilerden farklı bir tutum sergilediğinde öğren­ciye hoşgörü ve anlayış gösterecek olan da öğretmendir, onun gözünden yaşamı bir çocuk gibi algılayacak olan da...

Ancak, bir yandan gitgide artan öğrenci sayıları, diğer yandan ve sosyal sorunlar öğretmenlerin de çocuklarla birebir ilgilenme oranını kısıtlamaktadır. Öğretmenin öğrenci ile kurduğu iletişim de sorunludur aslında. Yalnızca ülkemizde değil, neredeyse tüm dünyada, okul ile ilgili sorunların başında, öğretmen öğrenci iletişimi gelmekte, ancak bu durum sürekli olarak göz ardı edilmektedir. Elbette, her bir öğretmenin her bir öğrenci ile yüzde yüz anlaşması, birbirini anlaması ve herşeyi paylaşması olası değildir.

Her bir öğrenciye ayrılabilecek ilgisi, zamanı ve enerjisi olmayan öğretmen, genellikle Öğrencilerini birebir tanımadan, bilmediği bir izleyici kitlesine bir şeyler söyler belli süre içinde dersini anlatır ve gider. Ancak ön plana çıkan sınıftaki birkaç öğrenci dışında, disiplinli bir sınıfta öğrencilerin bazıları anlıyormuş gibi yapsa da, genelde iletişim ve etkiletişim eksikliği yüzünden ders ortamının bir bölümü disiplinin sağlanmasına, 'otur-sus' demeye ayrılır. Öğretmen öğrencilere değer, kültür ve hemen her türlü bilgi aktarımının ne derece gerçekleştiği ise hep bir soru işareti olarak kalmaktadır.

Toplumsallaşmanın en önemli evrelerini, değerini ve işlevini yeterince özümsemeden gerçekleşen bir okullaşma, pek çok tehlikeyi de beraberinde ge­tirmektedir. Daha önceleri, çocuğun ne kadar erken okula gönderilirse o kadar çabuk öğrenmeye başlayacağı, dünyayı ve çevresini daha erken yaşta tanımaya başlayan, farklı iletişim ortamları ile karşı karşıya kalan çocukların daha başarılı olacakları düşünülüyordu. Ancak, bugün, evinde yeteri kadar ilgi ve sevgi gör­dükleri, kendilerine en yakın kişilerle sağlıklı ilişkiler kurduktan sonra okula başlayan çocukların okluda ve yaşamda daha başarılı oldukları kanıtlanmış du­rumda. Ancak bu durum, çocukların sosyalleşmesini ya da algı zenginliğinin kısıtlanmasını engeller bir geciktirme olarak düşünülmemeli. Yalnızca, sağlık­lı anne-baba ve çocuk ilişkisi kurulmadan, çocuk-kardeş, çocuk-arkadaş, çocuk-aile ilişkilerinde yeterince olgunlaşmadan çocuk-öğretmen-okul ilişkisine geç­menin sakıncalarına dikkat çekmemiz gerekli.

Senin Sorunun: Öğrenci sorunu olarak iletişim

Ne acıdır ki, günümüzde, eğitimin çocuğa etkisini-katkısını pek fazla sor­gulamaya gerek duymadan, bunu yapmaya zaman bile bulamadan okullaşma kavramı ile karşılaşan anne-babaların sayısı hiç de az değil: Belki de eğitimin ne olduğundan aslında habersiz, yalnızca çalışması ve para kazanması, ailesinin Seçimine bir şekilde katkıda -bulunması gerektiğini düşünen, bu koşturmaca içinde çocuğunu kendi bireysel gelişimine ve zaman kullanımına bir engel olarak gören ve okulu da bu çalışma saatleri içinde çocuk bakımını gerçekleştirecek bir çatı olarak değerlendiren "nitelikli" anne-babaların sayısı da hızla artmakta Onlar için okul, çocukların zaman geçirdikleri bir bina. Okul başarısı ise,karşılığında belli bir tutar ödedikleri ve neredeyse garantiledikleri bir övünç Bu göstergenin düşüklüğü ise senin sorunun deyip çocuğa yüklenilecek bir suç unsuru. Omuzlarına erken yüklenen sorumlulukların altında olan çocuğun "eğitim kurumunda' karşılaşabileceği tüm sorunların _ tümü anne-babası, hem öğretmeni /öğretmenleri hem de eğitim sistemi açısından böyle görülmekte - gösterilmekte: 'Bunlar artık senin sorunun.'

Benim Sorunum: Aile sorunu olarak iletişim

Kimi kez de ailenin içinden geçmekte olduğu zorlu süreçlerden kaynaklanan sorunlu süreçlerde çoğu kez bir yaşam biçimi olarak çocuklarından her türlü sorumluluğu üstlenmeye hazır, çocuğunun sınıf ortamında ödev yapmaktaki isteksizliğinin, belli konulara karşı yetersizliğinin, derse ilgisizliğinin tüm sorumluluğunu üstlenmeye hazır anne- babalarında sayısı hiçte az değil... Onlar da, çocuğun eğitim ve başarısını gerçekleştirme ve sahiplenmeye adamış biçimde, gün gün, saniye saniye çocuğu ve eğitim –öğretim ortamını kontrol edip, her türlü göstergeden kendilerine yönelik anlamlar çıkarmaya hazır “Bu benim sorunum” diyerek kendini ve çocuğunu baskı altında tutan anne-babalar... Çocuğun eğitimini, kendine mal eden etmeye çalışan, her adımında sürekli olarak onun yanında hatta ondan önce yürümeye çalışan, çocuklarının alması gereken sorumlulukları sürekli kendileri üstlenen, verilen ödevleri günü gününe yapan anne babaların da sayısı hiç az değil. Anne-baba olmayı çocuğun eğitimi ile ilgilenmek, onun tüm gereksinimlerini karşılamak olarak algılayan bu tip anne babalar için de söylenecek çok şey var. Çocuklarının 24 saat yanında olamayacakları, her an her dakika onlarla ilgilenemeyecekleri durumlar olduğunda, çocuğun o güne dek hiç tek başına ayakta kalma ya da sorumluluk alıp yerine getirme şansı olmadığı için bu tür çocukların yaşamda daha başarısız olabileceklerini ileri sürmek hiç de yanlış olmayacaktır. Sürekli olarak yanlarında yürümesini, kendi adına ödev ve araştıtırma yapmasını bekleyeceği birilerine gereksinim duyacaktır bu tip anne babaların çocukları. Ve günün birinde yanlarında böyle bir destek olmadığında da sudan çıkmış balığa dönecek, ne yapacakların bilemeyeceklerdir. Ancak, anne baba herşeyi üstlenmeye hazırdır. 'Bu benim sorunum' gözlüğüyle bakmaktadır. çocuğun tüm sorunlarına.


Onun sorunu: Öğretmen sorunu olarak iletişim

Kimi zaman hem kendini, hem de çocuğunu eğitim-öğretim ortamından soyutlayan ailelerden de söz edilmesi gerekir. Orada bir okul vardır uzakta okuldaki insanlar sorumludur ters giden herşeyden. Öğretmen sınıfta sağlayamıyorsa, bu onun sorunudur. Öğretmen çocuklara dersi sevdire: iyi anlatamıyorsa bu yine onun sorunudur. Sınıfta kaç kişi bulunursa bulunsun okul idaresi nasıl bir tutum sergilerse sergilesin, okulun fiziksel şartları nasıl olursa olsun her şey öğretmenin ya da okulu yönetenlerin sorunudur. Yapılması gereken ve yeterince yapılamayan her ne varsa, bu öğretmenin ya idarecilerinin sorunudur, öğrencinin ya da anne babanın yapabileceği hiçbir şey yok gibidir.

Bizim Sorunumuz: Toplum sorunu olarak iletişim

Oysa Gençtan'ın 'Hayat' kitabında özetlediği gibi, tek başınıza yoksunuz. Sizi siz yapan, sizin seçimlerinizden oluşan çevreniz ve birey siz bir değerler evreninin merkezindesiniz. Tüm değerler, ancak sizinle var olabilir ya da yok olabilir. Bu size hem büyük bir sorumluluk hem de dilediğinizce seçme hakkı verse de, bireylerin pek azı bunu "Birlikte Var olmak” şeklinde yorumlayabilmekte. Ben-sen-o'nun ayrışmadığı, sorumlulukların paylaştığı ortak bir bütün olarak birlikte, tek bir yaşantı olduğunu er geç herkesin anlayacağını umabiliriz belki de.

Aslında sorumlu 'tek' bir kişi ya da bir grup yok karşımızda. Sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmak, çocuğa duyarlı bir eğitimi elbirliği ile gerçekleştirmek bizim sorunumuzdur. Bir toplumun nasıl toplum olduğunu, değerlerini anlamak için okullarını görmek yeterlidir. Her adımında, okullaşmanın önünde ve arkasında, içinde ve dışında türlü sorun bizim sorunumuzdur. İletişim ve iletişimsizlik bir toplum son sağlıksızlık örneği olarak görülmediği sürece, iyileştirilmesi olanaksızdır.

Çocukların yarınlara daha iyi hazırlanabilmeleri için bu yeni toplumsal birlikteliğe olabildiği kadar çok ve hızlı bir uyum sağlaması beklenir. Gerçekte, bu uyum sağlama sürecini kısaltmak ve etkinliğini arttırmak amacıyla kurulmuş olan okul öncesi hazırlık kurumları, bugün çalışan anne babalar açısından çocuk bakıcısı işlevini üstlenmiş bulunmaktadırlar. Bu kurumlarda çocuk, henüz okul çağı gelmeden de yeni iletişim biçimleri ve ortamları ile karşılaşabilmekte, bir yada da birkaç öğretmen edinebilmekte ve toplumsallaşma basamaklarını adımla­maya başlamaktadır.

Okul öncesi eğitim kurumlarında çocuğa okul bilgilerin­den çok yaşamla ilgili temel beceriler kazandırılmaya çalışılmakta, bu kurumlar bir anlamda geniş bir ailenin yerini tutmaktadırlar. Çocuğun, yemek yeme, tuva­lete gitme, uyuma gibi alışkanlıklarını da gözlemleyen bu kurumlarda çocuklar paylaşımı, yaşıtları ile birlikte zaman geçirme alışkanlıklarını öğrenirler. Gü­nümüzde okul öncesi eğitim kurumlarının önemi git gide artmaktadır. Anaokul­unda çocuklara sunulan bilgiler, renkler, sayılar ve genel kavramlar olarak özetlenebilir. Çocuğun bedeni ile çevresi ile ilgili gerçekleri kavramasına yardımcı olunur, böylelikle çocuk, içinde yaşadığı dünyaya, doğaya, çevresine ve kendine yönelik yeni bakış açıları kazanarak kendini biçimlendirebilmektedir.

Çocuğun aile içinden ya da bir okul öncesi hazırlık kurumundan, anaokulundan kopup okul ortamına gelmesi, onun yepyeni iletişim biçimleri ve ortamları ile karşılaşması anlamına gelmektedir. Kimi zaman çocuk için bu durum ilk kez yaşıtları ile kurulan, alışık olmadığı türde bir iletişim biçimini ifade edebilir. Örneğin, kırsal kesimdeki bir çocuk için, yalnızca kendi yaşıtlarının bulunduğu bir toplumsal birliktelik sağlar okul Daha önce yalnızca aile içi iletişim biçimini özümseyen çocuk, birdenbire kendini bulduğu bu yeni ortamda sorunlu hissedebilir.

Çocukların okul ortamına uyum sağlamaları ve uygun davranış- iletişim becerileri geliştirmeleri bireysel olarak kendilerine bağlı olduğu Çevresel diğer etmenlerden kaynaklanan sorunlar nedeniyle farklı süreçle- yayılabilmektedir. Farklı tipteki çocuklar için okul ortamı farklı anlamlar çağrıştıracağından, her bireye özgü bir alışma süreci okulun başladığı ilk günleri kapsayan bir şekilde karşımıza çıkabilecektir. Özellikle aile içinde tek çocuk konumunda olanların, okul iletişiminde zorluklarla karşılaşmaları, iletişim dili geliştirip kendilerini bu yeni iletişim konumu yetirmeleri zaman alabilmektedir. Benzer biçimde, aile içinde tanınmayan bir çocuğun da okul ortamında birden bire kendini bulduğu bir iletişim ortamında karşısındaki bireyle eşit konuma yerleştirebilmesi zaman alabilecektir.

Çocuğun bireysel özellikleri ile çerçevelenen iletişim becerileri, okulun sunduğu iletişim ortamı ile de bütünleşebildiği ölçüde çocuğun gelişimini sağ­layacaktır. Bu durumda yapılan, eğitim biçimleri ve politikaları farklı okullarda becerileri geliştirmeleri gereklidir. Örneğin, yatılı okulda okuyan bir öğrencinin iletişimi, yarım gün ya da tam gün eğitim veren öğrencilerden farklı olacaktır. Benzer biçimde karma eğitim veren bir okuldaki öğrencilerin iletişimi, kız veya erkek okulundaki öğrencilerle iletişiminden farklı bir boyutta gelişecektir. Anadili ile eğitim veren bir okul yabancı dilde eğitim veren bir okuldaki öğrenciler de farklı iletişim biçimlen sahip olacaklardır.

Çocuğun iletişim açısından yaşıtları ile yaşayabileceği iletişim sorunlarının yanı sıra, öğretmeni ile yaşayabileceği iletişim sorunlarını da göz ardı etmemek gerekir. Çocuğun, öğrenci-öğretmen iletişiminin aile içi iletişini farklı olduğunu kavraması kimi zaman uzun sürebilir. Bunun yanı sıra, sıra düzeni, sınıf içinde uyulması gerekli kurallar ve okul içi diğer yetkililerle olan iletişim de çocuk için alışık olmadığı bambaşka bir dünya ve farklı bir dil anlamına gelebilmektedir.

Çocuğun içine girdiği bir başka iletişim ortamı da yayınlar yolu ile olmaktadır. Belki de yaşamında ilk kez bir kitap okuyan, bir dilin yazılı biçimini de söken ve kullanmaya başlayan çocuk, bu yeni iletişim biçimini de kavrayıp kısa sürede kullanıma sokmakla yükümlüdür. Bir anlamda, yeni tanışılan bir dünya da birçok kitap okunması, yazılı olarak anlatımın geliştirilmesi ve bunların belli bir iletişim ortamı içinde kabul gören nitelikte olması gerekmektedir. Okul ortamı ile tanışıklığı, daha önce bu denli ayırdında olmadığı yeni bir dünyaya açılan bir kapı gibidir. Bu kapıdan yeni iletişim biçimleri, yeni iletişim ortamları ve yeni iletişim metinleri çocuğun dünyasına girecektir Bu yenilikle baş edebilen ve onlara ayak uydurabilen çocuk, kısa sürede kendisinden istenilennilen iletişim becerilerini geliştirip bu yeni kalıplara uygun ürünler nedenli yetkinleşebilecektir.

Çocuğun okula başlaması ile birlikte çocuğun aile içi konumunda ve bireyleri ile olan iletişiminde de farklılıklar ortaya çıkacaktır. Artık dünyaya geçiş yapmış olan bu küçük birey, okul ve aile ortamında farklı' biçimlerini ayrımsayabilen ve bunlara uygun biçimde stratejiler geliştirebilen zaman zaman bunlar arasında bir köprü işlevi üstlenen bir birey olacaktır. Aileye okuldaki iletişimini, okula da ailedeki iletişimini örneklerden de köprü işlevini bilinçli olarak sürdürecektir.

Çocukların Beklentileri Anne Baba Beklentilerine Karşı

Dünyaya geldikleri andan başlayarak çocuklar yetişkinlerden bazı şeyler bekliyorlar. Bunlar, öncelikle fiziksel gereksinimlerden oluşuyor. Daha doğduğu andan başlayarak annesini ve yakın çevresini tanımaya ve kendini bu çevreye oyumlandırmaya başlayan çocuk, kısa süre içinde dünyanın yalnızca çevresindekilerden, görebildiklerinden oluşmadığını da anlamaya başlıyor.Bu yüzden, hep bilinmeyenin, daha önce kendine sunulmayanın peşinde koşuyor.Bu kimi kez, doğal çocuk yaratıcılığı ile yetişkinlerin artık kurmaktan vazgeçtikleri alışılmadık yakıştırmaları ve bağlantıları kurmakla gerçekleşiyor.

Kimi kezde engin bir düş gücü ile kendince önemli olanların yeniden üretilmesi ile..Çocukça bir yaratıcılıkla, toplumun ve kültürün baskısını en az hissettiği Döneminde , 8 yaşına dek çocuk yaşamının en yaratıcı deneyimini yaşarken, yavaş yavaş bazı taşları da yerine koyarak artık "sosyalleşen" bir varlığa dönüşüyor ve yaşadığı toplum tarafından biçimlendirilmeye, yönlendirilmeye boyun eyecek duruma gelebiliyor. Zekanın ve yaşam boyu sürecek olan anlamlandırma süreçlerinin temel basamaklarının %80'inin bu küçük yaşlarda oluştuğunu artık biliyoruz. Biliyoruz da bununla ilgili ne yapıyoruz acaba? Çocukları dinlemek, onların dünyayı nasıl kavradığını, yaşamdan neler beklediğini keşfetmek yerine onlara sürekli olarak içinde yaşanılması gereken kuralları anımsatarak, sürekli kendilerini düzeltmelerini bekleyerek hata etmiyor muyuz?

Onlara seçim hakkı tanımadan onlar adına kararlar alıp, buna uymalarını beklemiyor muyuz? Onlara fanilerine ifade etme, yansıtma olanağı tanımadan kendi doğrularımızı, kendi beklentilerimizi iliştirmeye çalışmıyor muyuz? Bu listeyi elbette uzatmak olası, ancak, her anne baba, bunları çocuğu için yaptığını iddia ediyor. Onlara göre çocukları, zayıf, korunası, güçsüz, kendi kararını kendisi veremeyen varlıklar bu yüzden de anne-baba olarak onlar adına kararlar vermek hiç de yanlış değil.

Bu noktada, çocuk ve aile, çocuk ve toplum ilişkilerinde beklentilere yoğunlaşmak gerekiyor, çünkü, konu dönüp dolaşıp anne-babanın çocuktan ne beklediğine, toplumun anne-babadan ne beklediğine, çocuğun toplumdan, için- yaşadığı dünyadan ve anne-babasından ne beklediğine gelip düğümleniyor, topluma göre iyi anne-baba olmanın bazı unsurları olduğuna inanılıyor. Elbette her topluma göre farklılık gösterebiliyor, hatta, aynı toplum içinde bile sosyo-ekonomik düzeylerde farklı beklentiler ortaya çıkabiliyor. Toplum anne-bahalardan neler bekliyor dersek, bu görünmeyen, ancak, oldukça olarak hissedilen toplum baskısının aileyi ve ailenin yaşam biçimini ve davranışlarını nasıl biçimlendirdiği ile ilgili örnekler bulmak oldukça Hangi sosyal ve ekonomik şartlar altında olursa olsun, anne babaların için "gereken" her türlü fedakârlığı yapmaları bekleniyor.

Neyin gerçek anlamda 'gerektiği' her zaman soru işaretleri ile dolu olsa bile! Çocukların en iyi okullara yollanması, eğitimleri ile ilgili hiç bir şeyden kaçılmamamsı, Her türlü gereksinim ve konforlarının sağlanması gerekiyor. Pek çok ailenin yetmediği halde yalnızca çocukları için pek çok ekonomik fedakarlığa katlanmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz.

Ancak, en önemli noktalardan biri tüm bunların 'karşılıksız' olarak gerçekleştirilmesi gereği. Yine de,bunun tam tersi yapılıyor ve yetişkinler, kendilerini rahatlatmak için eylemlerin faturasını çocukların ödemesini bekliyorlar. "Bak, onca yaptıkları eylemler arasında sana özel ders aldırıyoruz, karnende notunu iyi görmezsem, sen düşün!" ya da "Onca para verip seni en iyi okula gönderiyoruz, yemek parasıydı, derken dünya kadar faturayı babanla ben nasıl nasıl ödüyoruz.görüyorsun... Sana düşen şey çalışmak!, "Bak çocuğum, ben onca zorluğa karşın seni tek başıma büyütmeye çalışırken, sen gidip benden en pahalıyı istiyorsun... “Ben de alabilmek istiyorum ama olmuyor işte!" Tüm bu örnekler, yetişkinler tarafından çocuklar adına yapılan şeylerin aslında onlara büyük sorumluluklar yüklemek, üzerlerinde sosyal, düşünsel ve duygusal baskı kurmak anlamına geldiğini gösteriyor bize. Üstelik, yetişkinler çoğu zaman bunu farketmiyorlar bile. Onlar, üstlerine düşeni ya da düştüğünü sandıkları şeyi yapabildikleri için mutlu olurken, çocuklar, kendileri için yapılanların baskısı altında yaşamaya mahkum ediliyor.

Yetişkinlerin bu tutum ve davranışları kimi zaman onların da hiç isteme­dikleri biçimde bir olumsuzluk olarak karşılarına çıkabiliyor. Televizyonlardaki "güncel" programlarda çocukların iyi bir eğitim almaları için nasıl başka şehirlere hatta yurt dışına gönderildiğini, benzer biçimde de yurt dışında yaşayan anne- babaların çocuklarını ana vatandaki yakınlarının yanına gönderdiklerini görüyo­ruz, duyuyoruz. 'Çocukların Düşüncesi' olabileceği göz önünde bulundurulma­dan, onun kararı sorulmadan, "çocuk biraz amcasının yanında dursun", "annean­nesinin yanında uslu duruyormuş" gibi söylemlerle yalnızlığa ve anne- babasızlığa dayanmaları, durmaları, beklenmekte. Çocukların durması, kendile­rine sunulan şartlara ve ortama uyması beklenmekte.

Ancak biliyoruz ki, bugün hiç bir eğitim sistemi anne-baba iletişiminin yerini tutamaz. Anne-baba iletişim­sizliğinin açtığı yaraları saracak bir yöntem ise henüz geliştirilemedi. Bu ve ben­zer durumdaki çocuklar, ancak, arkadaşlar, öğretmenler ve sunulan sosyal çevre ile bilgilenme olanağı sayesinde kendi içlerindeki birşeyleri dengeleme olanağını sahip olabilir. Yine de anne-babadan uzakta olmanın örselenmişliliği ile bir yaşamı mahkûm edilmek bu çocukların adına yapılmış bir fedakarlıkmış gibi görünse de, bunun gerçek anlamda pek de sağlıklı çözümler ürettiği söylenemez.

Çocuklar adına girişilen bu tür korumacılık da çoğu kez çocuğun gerçek yaşam deneyimini yaşamadan başkalarından aldığı ikinci el deneyimlerle yaşamaya alışmasına neden olmakta. Yanlış yapma, hatalarından öğrenme ve aynı hatayı yinelememe gibi şansları tanımadığımız sürece, çocuklar yalnızca kendilerine konulan kurallara uyan, bu kurallar çerçevesinde yaşayan robotlara dönüşmeyecekler mi?

Çoğu kez, özellikle ekonomik ve sosyal kültürel baskılar nedeniyle koparılan ya da etkin bir biçimde sürdürülmeyen anne-baba-çocuk ilişkisi perdesi altına kolayca gizlenebiliyor. Normal zamanda bile evdeki anne çocuk iletişimi "çocuğun dersi var" "uyuması lazım" "yarın sınava gerekli" gibi nedenlerle koparılmakta. Belki de burada göz ardı edilmesi gereken en önemli nokta, çocukların eğitime ne denli gereksinimleri sorgulanması.

Çocuklara kendilerini, çevrelerini, içinde yaşadıkları toplumu sorgulama şansı da verilmeli. Yetişkinlerin de hatalar yapabileceğini öğrenmelerine zemin hazırlanmalı. Gerektiğinde, yanlış yapan yetişkinlerin bu nedenle onlardan özür dilemeleri de normal sayılabilmeli. Eğitim dediğimiz, başarı dediğimiz şeylerin, gerçekte, yaşam içinde ne denli yer tutuğu ve yapılan fedakarlıkların gerçekten yapılması gerekip gerekmediği de sorgulamalı. Bir yandan "iyi eğitim" vermeye çalıştığımız çocuklarımızı bunun karşılığında nelerden mahrum bıraktığımızı da görebilmemiz gerek.Pek çok açıdan anne baba beklentilerine ve “eğitime” verilen önem,birazda çocukların beklentilerine odaklanabilse, çocuğun iyi eğitimden çok, sevgiye, güvene, sağlıklı ilişkilere olan gereksinimleri ön plana taşınabilse,bilgi daha da sonra gelip çocuğu başarıya taşıyabilecektir sanıyorum.