Psikiyatri İle Sinemanın Patolojik İlişkisi

Sinema gibi popüler kültürün en önemli araçlarından biri, psikiyatriyi kendi özüne bağlı kalmak yerine daha çok mit düzeyinde ele alıyor. Son yıllarda öne çıkmaya başlayan ve daha çok patolojik belirtilere odaklanmaya başlayan sanat yapıtları psikiyatrinin bilimsel yönüne hak ettiği değeri vermeye başladılar. Yine de ideolojik bir aygıt sayabileceğimiz sinemanın psikiyatriye yaklaşımı, her zaman biraz sorunlu oldu.

Modern çağ ile birlikte, psikiyatrinin bir bilim dalı olarak kendi kuramlarını ve hipotezlerini üretmesi, geçmişten kalan bazı yanlış anlamaları yeterince ortadan kaldırmadı. Günümüzde de olduğu gibi psikiyatri, psikiyatrist, kimi zaman insan ruhunun gizemli karanlıklarına hakim olan erk sahibi doktorları, kimi zaman da aynı karanlık güçlerin etkisinde kalan ve ne yapacağı belli olmayan hastaları akla getiriyor. Ruhsal bozukluktan ve ruhsal bozukluğu olanlardan korku, aslında günümüz dünyasının vaaz ettiği bireye odaklı toplum anlayışının dışına sürüklenme korkusudur. Geçmişte yapılan bir davranış meşruiyetini inanç ya da görev gibi toplumsal aidiyetlerde bulurken, mitleştirilmiş psikiyatrinin etkisiyle günümüzde bu meşruiyet, o kişinin bireyselliğinde aranmaktadır. Özetle yapılan davranış, o kişi öyle istediği için meşru kabul edilmektedir.

Popüler kültür araçlarından sinemanın, san atsal gelişimle endüstrileşmenin bir arada yürüdüğü bu ilginç alanın 20. yüzyıl başından beri ortaya koyduğu yapıtlarda psikiyatrinin bilimsel yönünün dışında hemen her çağrışımıyla ele alındığını görüyoruz. Son yıllarda ortaya çıkan bazı iyi örnekler dışında, psikiyatri, sinemada kimi zaman ideololik bir mesajın, kimi zaman da öykünün kendi entrikasının hizmetinde, bilim dışı bir kisveyle ele alınmıştır.

Glen 0. Gabbard ve Krin Gabbard’ın Psikiy atri ve Sinema adlı yetkin incelemesinde, farklı dönemlerde sinemanın psikiyatriye bakışı ve ondan yararlanışı ele alınıyor. Yazarlar, bu yaklaşımı kronolojik sıraya da koymuşlar: “ilki yirminci yüzyıla girerken yapılan tek makaralı kaba saba karikatürize filmlerden başlayıp 1957’ye kadar uzanıyor. ikincisi ve en kısası, 1957’den l963’e kadar süren, psikiyatrinin sinemadaki Altın çağıdır. Bu dönemde psikiyatri ne denli etkili ve yardımsever olduğu yönündeki miti gerçekleştirmiştir. Üçüncüsü de Altın Çağ biter bitmez başlayan ve psikiyatrinin olumsuz resmedilişlerini içeren dönem(dir)”. (s. 83-84)

Senaryoya göre psikiyatri
Kitapta temel tema, sinemanın psikiyatriyi yanlış anlamasıdır. Ama bu davranışın inatçı bir istek haline, hatta bir alışkanlık haline geldiğini görürüz. Bu durum, sinema yapımcı ve yönetmenlerinin asıl aradıkları şeyin hizmetinde bir psikiyatri yaratmalarına neden olmuştur. ‘Sinema psikiyatri mesleğinin bilimsel açıdan teknik yönleriyle değil de basitleştirilmiş konuşmalarla sunduğu zaman daha çok dram ve teselli sağladığını öğrenmekte fazla gecikmemiştir.”
Sinemacılar ele aldıkları tiplerin bireysel özelliklerinin doğru bir şekilde yansıtılmasının peşinde olmamışlardır. Onların asıl hedefledikleri tiplerdir. Bazı kişisel özellikleri abartılmış bu tiplemeler, temel olarak derinlikli kişilik özelliklerinin incelenmesinde değil, “psikiyatriye nadiren ihtiyaç duyan formlar olan melodram romanlarının, vodvilin ve sahne melodramlarının gel eneklerin”(de) bulunmaktadır.

Bu yanlış kullanımlar, senaryo tekniğine katkı için psikiyatrinin kullanılması olarak tanımlanabilir. Anlatılan hikayenin doğasın a uygun olarak senaryodaki geçişlerde psikiyatristlerin saptamaları kullanılmaktadır. “Filmlerde ideolojik işlevmiş gibi kullanılıyor olmalarının ötesinde, psikiyatristler genellikle filmin olay örgüsü ne olursa olsun, bu örgünün mekaniğini bir sonuca bağlamak için uygun bir araç oluşturmuşlardır.”
20. yüzyılın ilk yarısında çekilmiş filmlerde kimi zaman şaşkın katilin üzerine büyük bir dişçi projektörü tutan, sapsız gözlüğü yeleğine bir zincirle tutturulmuş, boynundaki kurdeleye takılı bir madalyon bulunan akliyyecilerin Viyanalı aksanla konuşmalarında olduğu gibi psikiyatristler komedi unsur u olarak dikkat çekerler.

Senaryo yazarları psikiyatriye hangi durumlarda ihtiyaç duymuşlardır?

Örneğin geri dönüş sahnelerinde, filmde gelişen olayların geçmişini psikiyatriste anlatan kahramanlar vardır.
Günümüzdeki daha derli toplu senaryolar da ise “film karakterleri olarak psikiyatristler filmin çatışma noktasının sunumunda ve karakter gelişiminde basmakalıp olsa da önemli araçlar olmuşlardır.”
Kimi zaman psikiyatristin yüzü dahi görülmemektedir. Önemli olan filmin kahramanının başına gelenlerdir. Bu sahnelerin kullanıldığı filmlerde karakterin geçmişe dönerek kendisiyle yüzleşmesi sağlansa da, ‘yüzü olmayan psikiyatrist’ imgesi, yine de bir aşağılama içermektedir.

Sinemanın ilk ve psikiyatrinin daha çok komedi unsuru olarak kullanıldığı dönemi hariç olmak üzere, psikiyatrist imgesinin “filmdeki öteki karakterlerin tersine hemen hemen hiçbir insani özelliğe sahip olmadığı” dikkat çeker.
Burada dikkati yine mit kavramı çekmektedir. Bu filmlerde “Etkisiz kalan ya da sorundan bihaber psikiyatrist miti, özellikle son yirmi yılda yapılan filmlerde daha çok temsil edilmiştir.”

Filmin kadın kahramanının temel bunalım ı, psikiyatrist tarafından anlaşılamaz, orta sınıf bir kadından neler bekleniyorsa, psikiyatrist de kadın kahramana bunları sıralar.
Hemen her konuda bilgiçlik taslayan, ancak hiçbir konudan haberi olmayan bu alt yapıdan yoksun kurumsallık, toplumdaki psikiyatri imajını da açıkça zedelemektedir.

1950’li yıllardan itibaren psikiyatri sinemanın yeni yönelimlerine alet olmuştur. Bunlardan biri cinselliğin kullanımıdır ve psikiyatristler de filmde bunun meşrulaştırıcı görevini görürler.
l970’lerden itibaren ise Hollywood, kurumsal eleştirinin daha radikal örneklerine sahne olmaya başlar. Bu dönemden en akılda kalan yapıt ise hiç kuşkusuz Guguk Kuşu’dur.

“Psikiyatriyi uyumsuz insanlara karşı olmazsa olmaz donanım içinde toplumun kullandığı bir silah gibi gösteren birçok film arasında en saygın yere sahip olan film, Milos Forman’ın Akademi ödüllü film i Guguk Kuşu’dur. (One Flew over the Cuckoo’s Nest, 1975) Filmin kahramanı RandleMcMurphy (jack Nicholson) Isa gibidir: Şok tedavisi dikenlerden tacı, lobotomi ise çarmıhıdır.”
Filmin psikiyatriye bakışı, kurum eleştirisi ya da cezaevi filmleri kategorisinin dışına taşmamaktadır. “Filmde hastane hapishaneden beter bir yer gibi resmedilmiştir. Aslına bakacak olursanız, bu tür filmlerin hemen hepsi şu fikri ima eder; Eğer duygusal sorunlarından “iyileşmek” istiyorsan gitmen gereken son yer bir ruh ve sinir kliniği ya da kurumu olmalıdır. Bu filmlerin odak noktasında genellikle psikiyatrik tedavinin en sansasyonel yanları kullanılır. Şok koridoru (ShockCorridor 1963), Şok Tedavisi )Shock Treatment, 1964) Beşinci kat (The Fifth Floor, 1980) Frances (Frances 1980) ve Guguk Kuşu’nda elektrokonvulsif tedavi )EKT) ve insülin enjeksiyonu sahneleri bol bol kullanılmıştır.

Akıl hastanesi filmleri içinde bir hastanın gerçekten iyileştiğini gösteren nadir filmlerden Talihsizler Yuvası (The Snake Pit) bu kategoriye de toplumsal sorun türüne de girebilir. Bu filmlerde hastalar şok tedavisinden ya da lobotomiden geçmeseler bile bir mekana kapalı kalmaktan hoşnut olmaları pek beklenmez. Hapishane filmlerinde olduğu gibi, kurum filmleri de Amerikan özgürlük mitlerini işlerler ve bunu yaparken de, masum insanların özgürlükleri uğruna ne büyük acılara göğüs germek zorunda kaldıklarını anlatan olay örgülerini kolaylıkla benimserler.

Hasta hekim aşkı

Bu kadar fazla melodram, ister istemez izleyicinin de koşullanmasına neden olur. Psikiyatrik etik açısından kesinlikle yasak olan, hastanın karşı aktarımı kapsamındaki cinsel isteklerine yanıt verme, birçok filmde masumane bir aşk ya da gerçek tedavinin gerçekleşmesi gibi beyaz perdeye yansır.

Bir diğer sıkıntı ise psikiyatrinin, yalnız psikoterapiden ibaretmiş gibi algılanmasıdır:
‘Sinemada psikiyatristlerin stereotipik resmedilişleri, stereotipik psikiyatrik tedavilerinde resmedilmesine yol açmıştır. Psikiyatriyi ilaçla tedavi ve tıp dışına itmeye ısrarlı eğilimleri yüzünden filmler, hemen her zaman konuşma yoluyla tedavi yöntemini çarpıcı bir şekilde abartarak kullanmış, EKT ve farmako terapiyi ise aynı derecede şaşırtıcı bir biçimde neredeyse tanımazdan gelmişlerdir.”

“Film yapımcıları psikiyatrik filmlerin bütün dönemlerinde görülen bir klişe getirdiler, katarsise dayalı tedavi ile ruh hastalığının ani ve dramatik iyileşmesi ... Ruhsal değil de, başka bir tıbbi rahatsızlıktan, sözgelimi bulaşıcı bir hastalıktan mustarip birini şıp diye iyileştirecek benzeri hiçbir yöntem yoktur. Tabii eğer film, sinema büyüsünün fantastik türlerine ait değilse. Genellikle basit bir montaj sekansı ile uzun bir iyileşme süreci beyazperde zamanında sadece birkaç dakika sürebilir, ama bu kalıp katarsise dayalı tedavinin dramatik etkisi ile boy ölçüşemez. Diğer klişelerde olduğu gibi katarsise dayalı tedavide de psikiyatrist olmasa da olur. Bunun değişik şekilleri filmlerde sık sık görülmektedir, hatta bazen filmde hiçbir terapist yoktur.

Psikiyatri ile sinemasının buluştuğu filmlerden örnekler The Fight CIub (Dövüş Kulübü)
Filmi anlatan (Norton), ünlü bir otomobil firmasında çalışan bir müfettiştir. Uykusuzluktan ve sıkıcı hayatından sıkılmıştır ve bir doktorun tavsiyesi üzerine kanser yüzünden problemleri olan insanların tartıştığı bir gruba katılır. Burada kendisi gibi aslında hasta olmayan Maria Singer (Bonham Carter) ile tanışır. Fakat konsantrasyonları bozulduğu gerekçesi ile başka zamanlarda gruba gelmeye başlarlar.

Anlatan (Norton) bu arada işine devam eder ve bir gün uçakta Tyler Durden (Pitt) adlı bir sabun satıcısı ile tanışır. Yolculuktan sonra apartmanına döndüğünde evinin yandığını görür ve hiç gerçek arkadaşı olmadığından Tyler’ı arar. Birkaç bira içtikten sonra park yerinde Tyler, Jacki kendisine vurması için zorlar ve aralarında Jack in hayatını değiştirecek bir kavga başlar. Bir süre sonra Jack, Tyler’ın yanına taşınır ve bu kavgalarda artık ilk önce seyirci, daha sonra ise kavgalara katılan kişilerin önünde olur. Jack ve Tyler Fight Club adlı, sadece karşılıklı kavga edilen bir klüp kurarlar.

Darren Aronofsky’nin ilk ve yükseliş filmi olan Pi, dikkatlerin bu genç yönetmenin üzerine yönelmesine neden olmuştu. Pi, 60.000 dolar maliyetle, New York sokaklarında çekilen bir filmdir. Filmde bir matematikçinin buhranları konu alınır. Siyah-beyaz, 16 mm ve bol grenli bir görüntü ile çekilen film, deliliğin ve zekanın sınırlarını araştıran, matematik ve felsefe içeren bir hikayeye sahiptir. Darren Aronofsky Pi ile, 1997 Sundance Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü aldı.

The Gingerbread Man - Kaybetme Zamanı
Savannah’da büyük bir avukatlık bürosunda çalışan Rick Magruder üzerine aldığı yeni bir davada, müvekkiliyle ilişkiye girmeme kuralını bozar. Müvekkilinin cazibesine karşı koyamayan Rick, içine girdiği karmaşık olaylar zincirinden kopup gelen tetikçiye, hayatta kalabilmek için karşı koymak zorundadır.
Yazar John Grisham’ın romanından uyarlanan ve aykırı yönetmen Robert Altman tarafından çekilen film, usta oyuncular Kenneth Branagh ve Rob ert Duvall’ın sürüklediği kompleks bir puzzle olarak kabul edilebilir.